Nasıl hem bu kadar iyimser, hem de kötümser olunabilir acaba? Dünyanın uzun zamandır bildiğimiz dünya  olmayışı, daha iyimser ya da daha kötümser olmamız için pek çok sebebi barındırıyor içinde. Mesela, edebiyatın bildiğimiz edebiyat olmadığının güzel bir kanıtıyla karşılaştım bugünlerde: “Duvar”.

‘Duvar’ bir edebiyat dergisi. Derginin yayın kuruluna bakınca, aslında ‘Duvar’ın hangi ustalar tarafından nasıl bir titizlikle örüldüğünü de anlayabiliriz: Akif Kurtuluş, Ali Çakmak, Ali Ülken, Enis Akın, Süreyyya Evren ve Yılmaz Varol.

Edebiyat, aslında uzun zamandır bildiğimiz edebiyat değil. Ama kafamızı okşaya okşaya ya da kafamıza vura vura ezberletilen; ağababaları, dükleri, düşesleri olan bir edebiyat ortamının sürekliliği bizi hep bir yanılgıya düşürmüştü. İster buna “vasatların dayanışması” deyin, ister küçük çıkar hesaplarının köleliği, çoğunluğun edebiyatın derinden derine yaşadığı o gizli serüveni görmesini engelleyen ‘Duvar’a kafa atmayı göze alan şairler, yazarlar kendi küçük sığınaklarından çıkıp toplaşmaya başladılar bugünlerde. ‘Duvar’ın sunu metninde de yazdığı gibi “duvara kafa atmış ve kazanmış kimse” olmasa da, kaybetmek ya da kazanmak, yani iktidar olmak, iktidara oynamak ya da iktidara yaranmak gibi bir derdi olmayan bu edebiyatçılar sıraya girmiş, iktidarların kirli emellerini gizleyen ‘Duvar’a kafa vurup duruyorlar. İlk kafa vuruşunu Ali Çakmak “Patron ve Şair” yazısıyla Bejan Matur’un o başdöndürücü kasideciliğine yapıyor. Bejan Matur’un bir şair olarak Davutoğlu, Egemen Bağış, Atalay gibi hükümet üyelerine ya da Başkabakan’ın eşine yaptığı övgülerin analizini, Ali Çakmak’ın kaleminden okurken, eminim yüzünüz kızaracak, bir şairin nasıl olur da bu denli iktidar hastalığına tutulabildiğine şaşıracaksınız...

Bir diğer önemli kafa vuruşu da Enis Akın’dan. Enis Akın, Hilmi Yavuz’un “mutsuzluğunu yitirmiş bir şair” olarak portresini sunuyor okura. Hilmi Yavuz’un dönemin iktidarlarıyla uyumlu halinin analizini de, yine Hilmi Yavuz’un ortaya attığı “parçalı düşünce” yöntemini merkeze alarak yapıyor Enis Akın. İlk izlenim, ciddi bir sahtekârlıkla karşı karşıya olduğumuz. Edebiyatımızın türlü sahtelik ve sahtekârlıklarla kuşatılmış olmasında, geçmişten günümüze devlet tarafından oluşturulmuş ve sınırları belirlenmiş edebiyat çiftliklerinin büyük payı olduğu söylenir genellikle... Şimdi o çiftlikler, piyasa ekonomisiyle birlikte fabrikalara dönüşse de, fabrikalardan üretilen şey de edebiyat olmuyor bir türlü, hammaddesi sözcükler, fikirler, hayaller olsa da... Çünkü edebiyatın kendisi değil de iktidar ve güç ciddiye alınıyor bu ürünlerde de... İşte ‘Duvar’, edebiyatı ciddiye aldığı için, edebiyatı kendilerinin ya da iktidarların çıkarları için kullananlara kafa atarak başlamış oldu serüvenine. Hem de şu an iktidarda olanların kasidecilerine, yani iktidarın edebi koruyucularına laf söyleme cüretini göstererek. Bu yüzden, son zamanlardaki en önemli edebiyat olayıyla karşı karşıya olduğumuzu söylemek abartılı olmayacak.

Bu yazıları okurken aklıma takılan şey, iktidarların edebiyatçıları ele geçirip yönetmek için ayrıca çaba sarf etmesine gerek kalmadan, birtakım şair ve yazarların iktidarların parçası haline gelmek, iktidarlar tarafından yutulmak için nasıl olup da hevesli olabildikleri. Neden bu şairler, yazarlar iktidar canavarını beslemek için yazarlar? Herhalde kendilerini yetersiz gördükleri ya da yaptıkları edebiyattan tatmin olamadıkları için iktidarla beslenmek istemiyorlardır. Arno Gruen’in iktidar analizinden faydalanarak, bu türden edebiyatçıların kabul görme ve onaylanma isteklerinin altında, “bütünlüklü bir iç dünya”ya sahip olamadıkları söylenebilir belki. “Bütünlüklü bir iç dünya”, Hilmi Yavuz’un “parçalı düşünce”sinin karşıtı olarak da okunabilir.

“Duvar”ı, her ne kadar siyasetten bahsetse de, siyasi değil, edebiyatın itibarını yeniden kazandırmak için yapılmış kolektif bir sanatsal hamle olarak okumak mümkün. Edebiyat ve sanat, ne hayattan tamamen kopuk, ne de onun bir uzantısı olduğu içindir ki, kendi özerkliğini koruyabilmek adına edebiyatçıların iktidarlarla savaştığı bir savaş alanı görünümüne sahip olmuştur her zaman. Edebiyatçı intiharlarının, delirmelerinin, kurşuna dizilmelerinin, işsizlik ve açlıkla terbiye edilmelerinin tarihidir bir bakıma edebiyatın iktidarlarla mücadelesinin tarihi... Bu mücadele, şimdi çok daha başka bir anlayış ve çoksesli bir yapı içerisinde yollarından birisini bulmuş gibi gözüküyor. Bahsettiğim yazılara bakarak, dergide sadece polemik yazılarının bulunduğunu da sanmayın. Solanas’ın devrimci sinemasından ya da avangard şairlerimizden Mustafa Irgat’tan bahseden yazılar olduğu gibi, çıtayı yükseltecek bir tavrı sergileyen şiirlerle dolu bir dergi olmuş ‘Duvar’...

İçim rahat ve bir o kadar huzursuz... İçim rahat, çünkü edebiyatı ciddiye alan birileri, piyasa kuşatmasına ve edebiyat dahil hayatı ilmik ilmik ören iktidar ilişkilerine rağmen hâlâ var. Huzursuzum, çünkü edebiyatın itibarını kazanması için bu türden oluşumların yanı sıra, siyasi atmosferde de nefes alabilecek delikler olmalıydı, olmalı...