Adı, Giuseppina Pasqualino di Marineo; ülkesi İtalya’da Pippa Bacca olarak tanınıyor. Biz de öyle biliyoruz onu. Otuz üç yaşında bir sanatçı. “Gelinler Seyahatte” projesi kapsamında...

Adı, Giuseppina Pasqualino di Marineo; ülkesi İtalya’da Pippa Bacca olarak tanınıyor. Biz de öyle biliyoruz onu. Otuz üç yaşında bir sanatçı. “Gelinler Seyahatte” projesi kapsamında, sanatçı arkadaşı Silvia Moro’yla yollara düşmüş. Amaçları, “dünya barışına sanatsal etkinlikle katkıda bulunmak”. Üzerlerinde beyaz gelinlik, otostopla Roma’dan Tel Aviv’e gidecekler. Yolları Balkanları aşıyor, Türkiye’den geçiyor.

Pippa, 31 Mart’ta Gebze civarında kayboluyor. Günler sonra, “bir çukurda ölü ve çıplak” bulunuyor; tecavüz edilmiş ve öldürülmüş. Fotoğrafları var gazetelerde; beyaz bir güvercine benziyor, ışıl ışıl gülümsüyor. Herhalde o da, yola çıkarken “bu ülkede güvercinlere dokunulmayacağına” inanmıştı; tıpkı Hrant gibi. O baharlar saçan gülümsemesi, hiç tedirginlik duymadığını gösteriyor.
Bedeni talan edilmiş, ruhu yağmalanmış, boğazı sıkılmış, gelinliğine al kanlar çalınmış. Yıllardır bu ülkede “barış”ın başına gelenler, onu da bulmuş. Bir çukurda ölü ve çıplak. Tarifsiz bir keder, kapkara bir utanç.

Haber, Pazar günü yayılıyor. O günkü gazetelerin başlıklarına göz atıyorum. “Barışa tecavüz” diye manşet atmış Posta. Ödünç alıyorum bu başlığı, duygularımı tamı tamına yansıttığı için. Gazetemiz BirGün dışında, Milliyet, Radikal, Sabah, Takvim, Akşam, Star da manşete taşımışlar bu haberi. Çoğunda bunun ülke adına bir utanç olduğu vurgulanmış.
Hürriyet de, manşetten vermiş haberi. Ama öyle bir vermiş ki, başlığı okuyunca öfke duymamak imkansız. Pippa’nın kız kardeşinin sözlerinden ayıkladığı bir cümleyi öne çıkarmış Hürriyet ve demiş ki: “Kötü insanlar her yerde var.” Yani hiçbirimizin suçu yok! Yani bir Türk, dünyanın neresinde olursa olsun “iyi bir şeyler” yapınca, bu gurur hepimizin; ama “kötü bir şey” yapınca, bizimle ilgisi yok! Yani gurur ortak, utanç münferit! Ne kadar çirkin bir milliyetçilik bu, nasıl pervasız bir sinizm! Acıyı anlamak ve utancı kabul etmek yerine, kendini aklama çabasına düşmenin zavallılığı. Bu tür olaylara çanak tuttuğunu bilmekten kaynaklanan bir suçluluk itirafı, suçüstü yakalanmış olmanın saklanamayan telaşı!

“Sabıkalı bir sapık”ın işi diyerek, kimse sıyrılmaya çalışmasın bu çirkeften. Bugün utanç duyduğunu ima eden gazetelerin bir kısmı, olayı haber yapmaya değer görmeyen diğer gazeteler, televizyonlar; erkek egemen düzeninin dışına çıkmış, özgürlüğe yelken açmış kadınları “hafiflik”le damgalayan, hele de özgür yabancı kadınları, “güçlü Türk erkeği”nin her türlü tasarrufuna açık seks objeleri olarak sunan kaç haber yaptıklarını sorgulasınlar. Tecavüze uğrayan, tecavüzle birlikte katledilen yabancı ve yerli kadınların sayısını araştırsınlar. Kadının en ufak bir özgür tavrının, kaç mahkeme kararında tecavüzde hafifletici neden sayıldığını bulup çıkarsınlar. Özgürlük arayan kadınların hayatına “namus adına” nasıl kıyıldığını ve bunun kimler tarafından nasıl meşru kılınmak istendiğini anlatsınlar. Bu ülkede özgürlük yürüyüşünü bir de barış talebiyle bütünleştiren kadınlara nasıl muamele edildiğini saklamasınlar.

Oscar Wilde’ın Reading Zindanı Baladı adlı uzun şiirinin o ünlü bölümü geliyor aklıma; cinayetin türlü yollarla işlenebileceğini, mesela bazen bir kılıçla, bazen kin yüklü bir bakışla, bazen de okşayıcı bir sözle ya da bir öpücükle birilerinin, bir şeylerin katledilebileceğini anlattığı bölüm. “Kadının ve barışın katline” uyarlıyorum Wilde’ın sözlerini ve soruyorum: Bugün bu olaydan infial duyduğunu söyleyen muktedirler; o pek övündükleri “güçlü Türk erkeği” tavırlarıyla, barışa ve özgürlüğe kast eden hoyrat iktidar dilleriyle, vatan ve devlet adına yapılan işkence ve tecavüzleri örtbas eden ve/veya örtbas edenleri kollayan politikalarıyla Pippa’nın kurban gittiği bu vahşet arasında hiçbir bağlantı olmadığına inanıyorlar mı? Erkek iktidarı ve şiddeti üzerine kurulu bu düzenden salt erkek oldukları için doğrudan ya da dolaylı bir şekilde nemalanan bütün erkekler; hangi niyetle olursa olsun bu gibi durumlarda kurbanın/mağdurun rolünü sorguladıklarında, mesela Pippa’nın tedbirsizliğinden söz ettiklerinde, yani aslında bir kadının tek başına sokağa çıkmasının dahi pek akıl kârı olmadığını açıkça veya mırıldanarak söylediklerinde, bu vahşeti yaratan bataklığı beslediklerini ve onun bir parçası haline geldiklerini düşünmüyorlar mı?

Bugün bu olayı bir utanç olarak niteleyen herkese düşen bir görev var: Bu vahşetleri yaratan, hatta normalleştiren toplumsal şartlarla, siyasal zihniyetle, iktidar yapılarıyla, egemen kültür ve ahlâkla yüzleşmek ve hesaplaşmak. İşte ancak o zaman, bu utancın bir anlamı olur, işte ancak o zaman bu utanç bir şeylerin değişmesine vesile olur.
Pippa, “barış” adına yola çıkmış özgür bir kadındı; o bir “barış gelini”ydi. Birazcık bir araştırmayla, bu ülkede özgürlüğün ve kadınlığın ne kadar zahmetli ve “barış” sözcüğünün ne kadar tehlikeli olduğunu öğrenebilirdi. Belki de öğrenmişti. Bu ülkede barış diye yollara çıkanların, bugün utanç bildiren basının ve yetkililerin diliyle ve eliyle nasıl lanetlendiğini, nasıl “kanı helal” hale getirildiğini de biliyordu belki. Hrant’ın kaldırımda yatan cansız bedeninin fotoğraflarını da görmüştü ihtimal. Ama o bir “beyaz güvercin”di ve “güvercinlerin öldürülmeyeceğine” inanmıştı. Bu ülkede bir güvercinin ancak bir kere katledilebileceğini, bunun “münferit” olduğunu ve bir başka güvercine artık dokunulmayacağını düşünmüştü yüreğinin bütün duruluğuyla.
Ah sevgili Pippa, gülüşün kanatıyor yüreğimi. Elimde değil, Hrant’ın gülüşünü hatırlıyorum sana baktıkça!
Güle güle kardeşim ve selam söyle lütfen Hrant kardeşimize!