80'lerin sonunda Türkiye'yi

80'lerin sonunda Türkiye'yi ziyaret eden Dünya Bankası başkan yardımcısı Martin Thalwitz, "Ankara-Adana demiryolunda 12 bin kişiyi işten çıkaracak cesarette yöneticilere ihtiyacınız var" demişti. Thalwitz'in Ankara-Adana hattıyla özel bir sorunu olmadığı açık. Onun kasdettiği kamu işletmeciliği, kamu çıkarı, kamu hizmeti kavramlarını "karşı devrimci" bir hamleyle tasfiye edecek "cesarette" yöneticiler olmalıydı. Doğru, Türkiye siyaset sınıfı Thalwitz'in özlediği ölçüde "radikal" davranamadı. Ama o gün bugün genelde kamu işletmeciliği, özelde demiryolculuk ağır ağır çürümeye terkedildi. Bu süreci hızlandırmak da "hızlı tren" projesiyle AKP hükümetine düştü.

Aslında AKP hükümetini, Ecevit'in başkanlığındaki koalisyondan ve öncekilerden ayıran en önemli özelliği "hızlı, dinamik, kararlı" bir profil çizmesi. Yoksa üçlü koalisyon hükümeti de IMF-DB'nin tüm direktiflerini Fabiancı denecek bir tempoda yavaş-yavaş, ayak sürüye-sürüye, mızıldana-mızıldana uygulamadı mı? Hatırlayın, Thalwitz'in meslekdaşı, ekonomi bakanlığına Dünya Bankası başkan yardımcılığından paraşütle inen Kemal Derviş "15 günde 15 yasa" sloganıyla siftah demişti. Özellikle MHP'yle çatışmaları bu aculluğundan kaynaklanmıştı. Yoksa kimsenin neo-liberal politikalara cepheden karşı çıkacak bir cesareti de yoktu, buna niyeti de. Son zamanlarda Derviş'in AKP'ye yönelik mültefit tavrı da herhalde bu "hız tutkusuyla" bağlantılı.

Doğru, 38 cana malolan tren kazasıyla ilk defa büyük medya AKP'yi karşısına alıyor. Onlar da, "demokratlık, hesap verme sorumluluğu, hoşgörü" konularında gerçek kimliklerini gizleyemiyorlar. İslamcı medyanın da "vur makiniste" tavrıyla olgunluk düzeyi açığa çıkıyor. Ama bu, daha birinci dalga...

Evet bu süreçte sektörde örgütlü sendika BTS de, meslek odaları da, gazetemiz Birgün de sorumluluğunu layıkıyla yerine getirdi. AKP zihniyetinin yaldızlarını kazıdı. Ama arkadan ikinci dalga geliyor. Ertuğrul Özkök'ün bile AKP kadrolaşmasına parmak basması boşuna değil. Kamu işletmeciliğinin simgesi olmuş demiryolları aracılığıyla tüm kamu işletmeciliğine, kamu çıkarına, kamu yatırımlarına yeni bir saldırı dalgası başlayacak. Demiryollarında bir kesitini gördüğümüz "hısım akraba" kapitalizmi, yarın mühendislere, öğretmenlere, sağlık çalışanlarına yönelik çullanmanın malzemesi yapılacak. Toplumsal muhalefet bu kez daha hazırlıklı olmak, daha sağlam durmak, daha kararlı davranmak, yeni bir sınav vermek durumunda.

Kaza nasıl geliyorum dediyse, şimdi de saldırı geliyorum diyor. Dikkat!

***

Kişisel bir not: Yaşam kültüründe trenin önemli yer tuttuğu biriyim. Çocukluğumda Thalwitz'in sözünü ettiği Adana-Ankara hattında "gastiye, gastiye" diye bağıran çocuklara Toros ekspresinden çok gazete attım. Böylelikle trenin modernleştirici işlevine tanık ve aracı oldum. 70'li yıllardaki gençliğimde trafik kazalarından yüreği yanmış bir ailenin mensubu olarak babama verdiğim sözü çiğnemedim, hiç karayolunu kullanmadım. ODTÜ'deki öğrenciliğimde neredeyse İstanbul'daki hiçbir Fenerbahçe maçını sektirmemem tren sayesinde oldu. Trende çok ahbaplar edindim, maceralar yaşadım, hiçbir kazayla karşılaşmadım. Belki de trene bu zaafım nedeniyle "hızlı trene" neredeyse abone oldum. Kazanın bir gün sonrası, 23 Haziran Cuma günü de Ankara'ya hızlı trenle gitmeyi planlıyordum. Eğer BTS'nin, uzmanların, Birgün neşriyatının uyarılarını dikkate alsak, yakınımızdakileri daha kararlı uyarsak bugün sevgili Muhammet hoca, Serpil arkadaşımız, hatta diğer yurttaşlarımızın bazıları bugün aramızda olurdu. Belki yetkililer gibi suçumuz, sorumluluğumuz yok ama biz de hatalıyız. Daha şanslı olduğum için de bugün bunu dile getirme fırsatım var...