Geçen haftaki Bankalar Nasıl Soyuyor (Kazanıyor)? yazımın birçoğumuzun dertlerini dile getireceğini tahmin ediyordum.

Geçen haftaki Bankalar Nasıl Soyuyor (Kazanıyor)? yazımın birçoğumuzun dertlerini dile getireceğini tahmin ediyordum.  Gelen tepkiler tahminlerimi aştı, bayağı dertliymişiz, herkes çok kızgın.  O zaman biraz daha devam edelim bu konuya.

En genelde, bankalar kazançlarının büyük kısmını  para satarak (gündelik dilde borç, teknik dilde kredi vererek) ve tahvil, hisse senedi vb. menkul kıymetlere yatırım yaparak sağlarlar. Her şeyin bir fiyatının olduğu bu düzende ve de kimse kimseye bedava para vermeyeceğine göre hem bankalara verilen paranın hem de bankalardan alınan paranın da bir fiyatı olması gerekir.  Bu fiyatın adı faizdir ve duruma göre değişir.  Durumdan kastimiz sadece yere ve zamana göre faizin değişmesi değildir.  Bankanın para aldığı kişi ve kurumlara ödediği faiz ile kredi verdiklerinden aldığı faiz arasındaki zorunlu farklılığa da işaret ediyoruz.  Bu farklılık zorunludur, çünkü bizatihi aradaki bu fark yüzünden bankalar para kazanırlar.

Biz 100 lira yatırdığımızda (hem de mesela bir ay paramızı çekmeme taahüdü ile, yani vadeli olarak) banka bize yılda 10 lira öderken, kalkıp bankadan 100 liralık kredi alacak olsak bu kez banka bizden 20 lira almaktadır.  Yani, bankaya yatırılan her 100 lira bankaya net 10 lira kazandırmaktadır.  Kimilerimize bu örnek abartılı sayısal bir örnek gibi gelebilir.  Ama, maalesef şu anda Türkiye’deki durum aynen böyledir:  yatırdığınız bir ay vadeli 100 liraya yılda 6-7 lira faiz alırken aynı miktarda borç alacak olsanız, bankaya ödeyeceğiniz faiz 12-13 liradır –tıpkı örneğimizdeki gibi borç faizi 2 mislidir.   Kaldı ki, hiç bir banka bunun böyle olduğunu açıkça söylemez olabildiğince bizden aldığı faiz miktarını gizler, yanıltıcı reklamlarla ödeyeceğimiz faizin az olduğu izlenimini yaymaya çalışır.  Bunun yollarından biri de, yıllık % 12.3 olan faiz oranını, kaba saba bir uyanıklıkla aylık olarak, yani % 1.59 olarak pazarlamaktır.  Eh, ne de olsa 1.59’un 12.3’ten bir hayli küçük olduğuna kimse karşı çıkamayacaktır!

Buraya kadar aktardıklarımız üç aşağı beş yukarı çoğumuzun zaten farkında olduğu şeyler.  Biraz daha gündelik uygulamalara ve yaşanan krizin bankaları soktuğu acaip duruma bakalım.  Yukardaki örneğimizin gündelik uygulamalarla uyumsuz bir yanı vardı.  O da, bankanın bizlerden toparladığı 100 lirayı 100 liralık kredi olarak dağıttığını varsaymamızdır.  Bunun pratikte böyle olmadığını, eğer banka yatırılan 100 liranın bir miktarını kasasında (veya Merkez Bankası’nın kasasında) tutmazsa, paramızın bir kısmını çekmek üzere gelen bizlere verecek para bulamayacağını biliyoruz.  Burada, bir miktar lafı önemli, bizzat kısmi rezerv bankacılığının temeli.  19. yüzyılın başından beri ticari bankalara resmi otoriteler (Merkez Bankaları) yatırılan paranın ne kadarını kasalarında tutmalarını söyler.  Mesela ABD’de bu oran yaklaşık %10’dur.  Bu da, bankaların yatırılan her 100 liranın 10 lirasını kasasında tutup, 90 lirasını kredi olarak verebilmesi anlamına gelir.  Ve de böyle yapagelmişlerdir.

Kasada zorunlu olarak tutulması gereken miktar (zorunlu rezerv) 10 lira ise onlar da sadece 10 lira (toplam rezerv) tutmuşlardır.  Aşağıdaki şekil bu durumu, toplam rezerv-zorunlu rezerv oranının 1959’dan bu yana seyrine bakarak göstermektedir.  Sözle ifade ettiğimiz yukardaki durum neredeyse geçtiğimiz 50 yıl boyunca ampirik olarak yaşanmıştır, bankalar kasalarında sadece zorunlu miktarı tutmuşlardır—son 2 yıl hariç!  Oranın 1 olmasının anlamı budur; teknik dilde bu duruma rezerv fazlası’nın sıfır olması denir.

Şu 21. yüzyıl depresyonsuz olsaydı yukardaki oran 50 yıllık istikrarlı çizgisini (1 civarındaki seyrini) ne güzel sürdürecekti.  Ama olmadı!  Bırakın 1 seviyesindeki istikrarlı seyri, geçtiğimiz Şubat’ta oran neredeyse 20 oldu.  Ne demek bu?  Bankaların bizi (şimdilik) soyamaması demek!  Ama, sadece o değil tabii.  Aynı zamanda, likidite krizi, kredi dar boğazı.  Bankaların paraları toplayıp, geleceği muazzam riskli görüp (geçmişe göre 20 misli?!) sistemi işlemez hale getirmesi, dolayısıyla işsizlik, yoksulluk, sefalet.  Şu anda ABD’de bankaların üzerine oturdukları miktarı da verelim: 1.1 trilyon dolar!

Bu parayı simsarlardan kurtarmanın yollarını da bir başka yazıda konuşuruz.