Küçük yerde yaşamak biraz da hayat

Küçük yerde yaşamak biraz da hayata zum yapmak gibidir. Hayatın büyük yerlerde kaybolan detayları, küçük yerlerde tüm aza-metiyle dikilir karşınıza. Küçük yerlerde hayat küçük detayların abartılı anlamlandırılmasıyla sürer gider. Bir trafik kazası mesela, Türkiye'de bir trafik kazasında bir kişinin ölmesi üzerinde durulmayacak kadar küçük bir haberdir. Oysa, Kıbrıs'ta yaşıyorsanız eğer, iki kişinin yaralandığı bir kazayı günlerce konuşabilirsiniz.

Zaten kendisi küçücük bir bölge olan burada, her bölgenin farklı özellikleri vardır. Mago-salılar mesela, "kargacı" olarak bilinir. Lima-sollular "cümbezci"dir. Limasol'un cümbez ağaçları şarkılara bile girmiştir: "Limasolda cümbezler, nerde verdiğin sözler." Larnakalı-lar'a bol kaktüs incirlerinden dolayı "babutsa-cılar" denir.

Magosalı dostumuza göre, Magosa kargalarının 2000 yıllık bir tarihi vardır. Tarihleri vardır ama artık kendileri yoktur. Kargaların yok oluşunun sorumlusu 1974'ten sonra Rum tarafında kalan Baf'tan gelip Magosa'ya yerleşen Türklermiş! "2000 yıldır burada kargalar her şeye direndi. Osmanlı döneminde ağır toplarla dövüldü Magosa. Tarihi boyunca ne savaşlar gördü. 2. Dünya Savaşı'nda Almanlar bombaladı. 1960'larda çatışmalar yaşandı. 74'te de öyle. Ama hiçbir şey kargaları kaçıramadı. Ne zaman ki, Baflılar geldi kargaların soyu tükendi."

Şimdi Magosa'da karga kalmamasının nedeni Baflılar'ın "karga yemesi" değil, "yanlış yemeleri"ymiş. "Ya, biz burada kargaları hep yerdik be gardaş" diyor dostumuz. "Ama palazlarını yerdik. Geldikleri zaman bu Baflılar'a da palazları yemelerini söyledik. Ama onlar dinlemediler. Analarını babalarını da yediler. Kargaları üretmediler, kökünü kuruttular."

İki gündür Doğu Akdeniz Üniversitesi'nde uluslararası bir toplantıda Kıbrıslı Rum ve Türk, Yunanlı, Türkiyeli, Filistinli ve İsrailli gazeteci ve akademisyenlerle "barış gazeteciliği" konusunu tartışıyoruz. Herkesin üzerinde anlaştığı konu şu: Gazetecinin ulusal kimliği onun olaylara bakış açısını büyük ölçüde etkiliyor. Milliyetçilik gazetecilikte profesyonel bakış açısının önünü kesiyor. İlgilendiğiniz sorun ülkenizin doğrudan taraf olduğu birsorunsa, gazeteci olarak o sorunda milli kimliğinizin dışına çıkıp bir söz etmeniz kolay olmuyor. Bunu becerebilmek, dünyanın neresinde yaşıyorsanız yaşayın, olağanüstü bir cesaret istiyor. Ve bu küçük adada, Kıbrıs'ın kuzeyinde, bu olağanüstü zor işi başararak dünyaya örnek bir duruş sergileyenler var: Kıbrıslı Türk gazeteciler ve onların meslek örgütü Basın-Sen.

Ne zamandır Kıbrıs gündemini meşgul eden konu, tabii AB ve İlerleme Raporu da var, "askeri yasak bölgeler"de çekim yapan yabancı gazetecilerin tutuklanması. Hemen her ülkede böyle bölgeler var kuşkusuz, ama küçücük KKTC içinde yasak bölgeler o kadar geniş yer kaplıyor ki, burada durum başka ülkelerden farklılaşıyor. Yabancı gazetecilerin tutuklanması neredeyse uluslararası bir soruna dönmüş durumda ve belki bazıları da KKTC'nin bu "yumuşak karnını" özellikle kaşıyor; yabancı gazeteciler gidip orada tutuklansın diye ellerinden geleni yapıyorlar.

Onlar ellerinden geleni yaparken, Kıbrıslı Türk gazeteciler ne yapıyor biliyor musunuz? Tutuklanan her yabancı gazeteci ile, ki bunlardan bazıları Rum, yakından ilgileniyorlar. Duruşmalarını izliyor, gerekirse avukat sağlıyor ve kefalet paralarını da ceplerinden ödeyerek serbest kalmalarını sağlıyorlar. Daha da ileri gidip, "bu meslektaşlarımız bırakılmazsa aynı yerde aynı eylemi biz de yapacağız, bizi de tutuklayın" diyorlar.

Kimliğin bu kadar önemli olduğu bu küçücük yerde, ülkelerinin doğrudan taraf olduğu bir sorunda, ulus-üstü bir mesleki kimlikle basın özgürlüğünü savunan Kıbrıslı Türk gazetecilere ve onların örgütü Basın-Sen'e şimdi dünya gazetecileri şapka çıkarıyorlar. Tutuklanan Fransız gazeteciler, tutuklanmalarını değil Kıbrıslı Türk meslektaşlarının onları nasıl serbest bıraktırdıklarını konuşuyorlar. Kıbrıslı Türk gazeteciler dünyaya örnek oluyorlar.