Katıldığı televizyon programlarında munis hali ve hiç yükseltmediği telaşsız sesiyle, İslami fikir dünyasının sağduyu temsilcisi gibidir Ahmet Taşgetiren...

Katıldığı televizyon programlarında munis hali ve hiç yükseltmediği telaşsız sesiyle, İslami fikir dünyasının sağduyu temsilcisi gibidir Ahmet Taşgetiren... Yeni Şafak gazetesinin bu saygın yazarı, ülkemizin toplumsal hayatından siyasal yapılanmasına kadar birçok temel konuda köklü eleştiriler getirirken bile, bir uzlaşma çağrısını da hep canlı tutmaya çalışır.

Dünkü yazısı, adeta ‘sessiz bir çığlık’tı. İslamın ‘evrensel bir rahmet çağrısı’ iken, son dönemde dünya çapında yaşanan sürecin, maalesef bu mesajı çok gerilere ittiğinden yakınıyordu. Taşgetiren, “Tüm coğrafya olarak mazlumuz ama, mazlumiyetimiz bile konuşulmaz oldu” deyip, bombalama eylemlerinin faturasının İslama çıkarılmasına hayışanıyordu.

İnsan hayatının bütününü tanzim etme iddiasındaki her inanç sistemi gibi İslami düşünce de birbirinden farklı, hatta kimi zaman taban tabana zıt yorumlara açık. Nasıl ki Taşgetiren, Taif’te taşlanan Hz. Muhammed’in kendisine bu muameleyi reva görenlerin nesilleri için hayır duada bulunduğuna dikkat çekerek İslamın rahmet dini olduğuna işaret ediyorsa... Biliyoruz ki, intihar saldırılarını ve bombalamaları gerçekleştirenler ya da destekleyenler de, çeşitli mecralardan yaptıkları yayınlarda bu eylemlerini çok sayıda ayet ve hadise dayandırıyorlar.

Tabii bu yorumlardan hangisinin ‘gerçek’ İslamı temsil ettiğine karar verecek, herkesin gözünde ehliyet ve meşruiyet sahibi bir merci yok.

O halde? Bu iki farklı yaklaşımdan hangisinin ‘doğru’, hangisinin ‘yanlış’ olduğu tartışması, yerini ister istemez hangisinin hayatta karşılık bulduğu sorununa bırakıyor.

The Independent gazetesinin deneyimli muhabiri Patrick Cockburn, geçen Pazar, Bağdat’ın dehşet verici halini anlattığı yazısında bazı bilgiler vermiş, intihar saldırıları hakkında... Bu ay Bağdat’ta, tek bir günde 12 ayrı intihar saldırısının düzenlendiğini yazıyor Cockburn, ve ilave ediyor: Son bir yıl içinde Irak’ta gerçekleştirilen intihar saldırısı sayısı 500. Yani, kendi hayatını feda edecek kadar inanmış 500 Müslüman kendileriyle birlikte binlerce insanı havaya uçurmakta tereddüt göstermemiş. Peki, kim bu insanlar? Yine Cockburn’ün yazısında enteresan bir bilgi var. İşgale karşı savaşmak için Suudi Arabistan’dan Irak’a geçmeye çalışırken yakalanan 300 Suudi gencinin sorgusundan çıkan sonuç şu: Bu gençlerden hiçbiri, 2003 yılındaki Irak işgalinden önce, El Kaide vb şiddet örgütleriyle irtibatlı değilmiş. Tıpkı bu ülkeye geçmeyi başarıp kendini havaya uçuran 36 Suudi gibi...

Ahmet Taşgetiren’in İslamın esasen evrensel bir rahmet çağrısı olduğuna dair yaklaşımını doğru varsaysak bile, aynı düşüncenin cihad, şehadet vb kavram ve değerlerinin, ‘feda eylemleri’ için ideolojik bir hareket alanı sunduğu da inkar edilemez.

Peki bu durum tek başına olup biteni anlamamız için yeterli mi? Değil.

Geçen hafta Şahin Alpay’ın Zaman gazetesinde yayımlanan yazısı, izleyebildiğim kadarıyla fazla yankı bulmadı. Oysa Alpay, önemli bir araştırmadan söz ediyordu. Chicago Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörü olan Robert A. Pape ve ekibi, 1980-2004 arasında gerçekleştirilen intihar saldırılarını tek tek incelemiş. Ortaya çıkan sonuçlar kısaca şöyle: İntihar saldırısı, sanıldığı gibi radikal İslamcıların başlattığı bir eylem değil. Aksine, bu işin öncüsü, Sri Lanka’da Tamil bölgesinin bağımsızlığı için mücadele eden Marksist ve laik bir örgüt olan Tamil Kaplanları.

Daha önemlisi ise, “Dünyanın her yerindeki intihar saldırılarının itici gücü, dini inançlar değil açık ve net bir stratejik hedef: Yabancı orduların vatan sayılan topraklardan çekilmesini sağlamak.” Bu stratejik hedef için, işgalciyi bizzat işgal ettiği yerde vurmaktan, savaşı onun topraklarına taşımaya kadar uzanan ‘taktik yönelimlere’ girildiğini de görüyoruz.

Bilinir, hayat hep ideolojinin önünde gitmiştir. Dünyanın belli bir coğrafyasında bir zamandır yaşanagelen hayat, yani ülkesi işgal edilip aşağılanan, açlığa, sefalete ve yoksulluğa mahkhûm edilen insanların hayatı, şimdi lanetlenen ‘terör ideolojisinin’ kapılarını açtı. Ve bu coğrafya, kendilerini feda etmeye hazır yüzlerce ve binlerce eylemcinin yetiştiği mümbit topraklar haline geldi.

Öyleyse, yaşanan -iki taraşıfelaketlere bir müsebbib ararken, bakılacak ilk şey İslamın düşünce iklimi değil, Batılı efendilerin küçük bir modelini Guantanamo’da kurdukları ‘büyük hapishane’dir.