“Ogeçince hazır olda durun” demişti öğretmenimiz. “Hazır olda durun ve gözlerinizi tepede ki bayraktan ayırmayın” Öğretmenin yüzündeki

“Ogeçince hazır olda durun” demişti öğretmenimiz. “Hazır olda durun ve gözlerinizi tepede ki bayraktan ayırmayın” Öğretmenin yüzündeki o çarpık endişeyi hiç unutamadım ben. Tek sıra dizilmiş örgencilerinin önünde, bir ileri, bir geri voltalarken hep aynı şeyi tekrarlıyordu.
“Hazır olda durun.”
O, makam arabası ve ardı arkası kesilmeyen asker konvoyuyla geçtiğinde, bizler hazır olda durup, gözlerimizi dikerek tepemizde sallanan bayrağa, hiç kımıldamadan alkışlamıştık kendisini. Makam arabasının üst pervazından çıkardığı rütbeli yarım vücudundan kolunu dışarı sarkıtmıştı. El sallıyordu. Bembeyaz bir yüzü vardı. Bembeyaz kireç gibi…
Meydana toplanan kasabalılar da hazır oldaydı. Hiç anlamamıştım koca koca adamların kımıldamadan durmalarını. Hiç nefes almadan dimdik bakıyorlardı bir noktaya.
Herkes hazır oldaydı.
O konuşmaya başladığında, yan caddelerden meydana doğru hızlı adımlarla yürümeye çalışanlar aniden yerlerinde kaskatı kesilmişlerdi. Artık yürümüyorlardı. Kasabadaki hayat bir anda sessizliğe bürünmüştü. Çıt çıkmıyordu. Gözlerimiz bayrakta, kulaklarımız hoparlörlerden gelen o kireç yüzlü adamın sesindeydi.
Kireç yüzlü adam her nefes aldığında öğretmenimiz alkışlamaya başlıyor, bizde arkasından ellerimizi çırpıyorduk. Ardından “Hazır olda durun, kımıldamayın” diyen malum çarpık endişenin uyarısı geliyordu. Kireç yüzlü adam konuşuyordu. Elinde tutup okuduğu beyaz kâğıdın hışırtısı karışıyordu hoparlöre. Telsizler sürekli anons geçiyordu ve sivil polisler telsizlerden kısık sesle konuşup anlaşmaya çalışıyorlardı. Hepsi de takım elbiseli ve temiz traşlıydı. Askerler ellerindeki kocaman silahlarla çatılarda dolanıyor, birbirlerine garip işaretler yaparak anlaşıyorlardı.
Kâğıdın hışırtısının arkasından gelen sesten hiçbir şey anlamıyorduk. Sadece ‘Hazır olda’ bekliyor ve gözlerimizi dalgalanan bayraktan ayıramıyorduk. Kaskatı durmaktan karıncalanan ayaklarım, annemin komşudan ödünç aldığı bir başka akranımın gıcırlaştırılmış ayakkabıları içinde yorgun düşmüştü artık. Emre ilk  itaatsizliğimdi ayaklarımı öne, arkaya sallayarak kasılan kaslarımı gevşetmem.
“Nitekim” diyordu kireç yüzlü adam. Nitekim kardeş kanı durdurulmuş, dış mihrakların oyunu bozulmuş…
Yüzlerce talebenin arasından hazır olmayı beceremeyen bir arkadaşımız bayılarak yere yığıldığında başlayan kargaşa, herkesi harekete geçirmişti. Nereden çıktığını hâlâ anlamadığım yüzlerce sivil polis hücum etmişti arkadaşımızın üstüne. Yüksek sesle homurdanan bir polis “Ne bekliyorsunuz lan, çekin o çocuğu bir köşeye”  diyerek emir verdiğinde, çocuk çoktan kaş göz arasında kaybedilmişti.
“Hazır olda durun, hazır olda durunnn”  diyerek,  minik ordusuna yeniden hükmetmeye başlamıştı öğretmenimiz. Yine yüzünde aynı çarpık endişe vardı.
Kireç yüzlü adam kürsüden indi. Herkes alkışladı onu. Siren sesleri, asker sesleri, polis sesleri arasından geçip gitti kireç yüzlü adam…
Aradan yıllar geçti…
Kireç yüzlü adamın kim olduğunu öğrendiğimizde, öğretmenimizin de endişesini anlamış olduk. Şimdi o kireç yüzlü adam Pembe panjurlu resimler çiziyor…  Yargılanması gündeme gelince “intihar ederim” diyerek ne kadar onurlu bir hissiyata sahip olduğunu duyurmuştu devlet ahalisine. Yargılanmaktan incinecek cuntacı gururunu hassas milli pazara sunup, alıcısı olan iktidarın kuyrukçularına mesaj yollamıştı. Mesaj alındı ve artık kendisi değil anayasası malum demokrasimiz için tartışılıyor. Gündem dışı bir iç rahatlıkla yatağından olan bitene köse bir gülümseme atıyor.
Kireç yüzlü adam hatırlıyor mudur acaba o hazır ola geçirilen binlerce insanı. Darağaçlarında sallandırdığı gençlerin yüzleri giriyor mudur rüyalarına. İşkencelerde duvarlara çarpan o çığlıkları duyuyor mudur? Cezaevlerin de her gün coplanan, kıç falakasına yatırılan, köpeklere ısırtılan,  tecavüz edilen, döve döve öldürülen tutsakların acılarını hissediyor mudur? Annelerin yakarışları içini sızlatıyor mudur?
Hiç sanmıyorum…  Çünkü onlar adaletin terazisinde hiç olmadılar, hep kılıcı sallayandılar. Cuntanın kestiği parmak acımaz kutsallığına kıvrılıp “ister as, ister kes” anlayışını güç sahiplerine miras bırakıp yayıldılar kendilerine ait çayırlarında.
O gün geldiğinde yine hazır olda duracak birileri… Birileri yine bol soslu vatan, millet, Sakarya edebiyatı parçalayacak. “Nitekim” diyecek birileri…  Birkaç resmi helallikle uğurlanıp gidecekler…  Gerçekte ise tarihin kara sayfalar bölümüne işlenecekler.
Ve hepsinden daha önemlisi “Hazır olda durun” demeye devam edenler lanetle anılacaklar. Bu lanet ise insanlığın zulme dair tutan bedduası olarak hep tekrar edilecek. Çünkü lanetlemek ezilenlerin verdiği en ağır cezadır. İşte bu yüzden yedikleri boğazlarında kalıyor ve ipte sallandırdıkları gençlerin yaşadıkları o anlar yağdanlıklarında tekerrür ediyor.