Yaklaşık beş yıldır bu köşeden Birgün okurları ile söyleşiyorum. Bu süreç içerisinde en çok, okurların değerli zamanlarını, Anadolu deyimiyle, “ heç etmek” ten korkmuşumdur.  Değersizliklerden olabildiğince kaçınmaya çalıştım. Kaçınamadığım zamanlar olmuş mudur? Pek az. İşte o zaman dilimlerinden biri de bu günkü yazı olacak. Polemiğe girmeyi pek sevmiyorum, ancak öyle anlar geliyor ki bir iki kelam etmeden durmak mümkün olmuyor.
Çürümüş zambağı tariflemek gerekir mi ? Elbette gerekmez, zaten o kendini, kokusuyla onlarca kilometre uzaktan belli eder. “ Ben buradayım, uzak durun! “ der.  O kokuya fazla bulaşmadan, bataklığın şöyle kenarından geçerek ve de affınıza sığınarak şöyle bir tek yazı ile değinip geçeceğim..
Bu güne değin emperyalist, kapitalist sisteme, liberal ve gerici yapılanmalara karşı halkın sesi olmaya çalışan, halkların kardeşliğini bozmaya çalışanlara karşı duran, muhalif, ender seslerden biri Birgün Gazetesi’ne çeşitli yönlerden saldırılar, küfürler geldi ve gelmeye devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde, özellikle AKP’nin yoğun saldırısına maruz kalan bazı gazeteci arkadaşlar, belki biraz soluklanıp mola yeri olarak benimsedikleri, belki yeni bir solukla yenilenen Birgün yaratmayı istedikleri, belki karşılıklı diyalog, birlikte çalışma sonucu kalıcı olmayı düşündüklerinden, Birgün Ailesi içinde yer almayı istediler ve Birgün de kapılarını içtenlikle açtı. Ancak eşiği geçmek, bütün birlikteliklerde gerekli olan, güven, hoşgörü, karşılıklı anlayışı içselleştirmek o kadar kolay olmuyor.
 Bizler bu toplumun içinde yaşıyoruz ve ne kadar özen göstersek de zaman zaman üstümüze yapışmış olan, içinde yaşadığımız toplumun zaaflarından tam olarak arınamıyoruz. Ortak iş yapma kültürü henüz oluşmamış bir toplumda, biz de ortak iş yapma konusunda sıkıntılar yaşayabiliyoruz.
Her neyse, önemli olan yanlışları, hataları ikilememek.
 
Adı geçen isimlerin Birgün’le anılması, Birgün’ün, baskı saattinden, ülke çapında daha geniş bir büro ağı oluşturması vb. gelişmelerin çeşitli kesimlerden pek çok kişiyi rahatsız ettiği muhakkak. Nitekim son gelişmeler üzerine hemen, deyim yerindeyse atışa geçiverdiler. Hatta, bu gelişmeleri “ Birgün’ün intiharı” olarak yorumlayıp, “ Allah takdirini affetsin” gibisinden son dualarını icra eden bile oldu.  Hazret, Birgün‘e hemen militan gazetecilik yaftasını yapıştırıverip; “ Militanlaşmış gazeteciliğin bizim mesleğe ettiği fenalıklar saymakla bitmez.”  derken, kendini de içine kattığı gazeteci ailesini aklınca korumaya,  sahiplenmeye çalışıyor. Kendimi, gazeteci olarak görmedim hiç. Ancak  Birgün, yazdığım beş yıl içinde bana bu konuda çok şey öğretti. En azından biliyorum ki gerçek gazetecilik, ön yargıdan uzak, özgür kalemlerin işidir. Yoksa ben de bu ailedenim demekle o aileden olunmuyor bir, o aileden olunsa bile tüm aile fertleri  için aynı şeyi söylemek doğru olmuyor iki…
Bu konuda “ Köpek üzümü” çok iyi bir örnektir.
Çeri domatesinden az biraz küçük olan ve bütün özellikleri ile domatesi andıran köpek üzümü, aynı familyadan olmasına rağmen domates ne kadar besleyici ise o tam tersine  zehirlidir.  Görüleceği üzere, aynı aileden olup da biri besleyici özelliğe sahipken diğeri öldürücü özelliğe sahip olabiliyor.
Nitekim bu günlerde, yeni liberalizmin, yarı liberal, yarı muhafazakar ( ötesinde gerici, tutucu, statükocu) taşeronu AKP’nin, yarın kim bilir kimin kapıkulu olup gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında “ Ben bilmem, Başbakanım bilir” söylemi ile yarışanlar ailenin köpek üzümlerinden başka bir şey değildirler. 
Finans-kapital zulmün zalim taşeronları, o güzelim domatesleri ezip salçada etse, besleyiciliğinden bir şey kaybetmezler, öte yandan köpek üzümlerini hayvanlar bile tanır ve ne nane yerlerse yesinler ne halt ederse etsinler; yemezler….