“Kutsal kitapların vadettiği cennetlerden uzak tutun siz beni ... ben kendi ateşimle yanarım! ... “

“Kutsal kitapların vadettiği cennetlerden uzak tutun siz beni ... ben kendi ateşimle yanarım! ... “

 

Beklenmedik değil elbet ... şaşırılmayacak bir durum da değil belki çoğunluk için ... ama yazık işte, çok yazık ... meğer kara çarşaflı dişilerin görünmeyen zekâları ve pırıl pırıl beyinleri de olurmuş ... böyle diyor “öteki” Bay Başkan ... meğer pek aydınlık birer dünyaları bile varmış ama biz bilmezmişiz ... meğer türbanların ardına sığınan aydın insanlar varmış ... ve biz hiç görmemişiz ... kimiz ki biz ... konuşuyor “öteki” Başkan ... ara vermeden konuşuyor ... bir ara sadece dudak hareketlerini görebiliyorum; kulaklarım çınlıyor, çokça başım dönüyor, gerçekte sadece küçük aşk masalları ve sevda öyküleri yazmak istiyorum bu aralar ve yürekten bu sefer ama konuşuyor “öteki” hiç durmadan ve yankılar tekrar ediyor kendini beynimin içinde ... yön duygusunu yitirmiş bir yarasaya yaslanıyor odamın duvarları ... içimde hep aynı inilti ... “kimiz ki biz ... kimiz ki biz ... kimiz ki ...” ...

“Bizi biliyorsunuz, ilkelerimiz ortada, Cumhuriyet Halk Partisi’yiz. Bizim ilkelerimizde herhangi bir kırılma hiçbir şekilde söz konusu değildir ...”

“Ben Atatürk’ü seviyorum, benim anayasanın temel ilkelerini değiştirmeye niyetim yok. Laikliği ortadan kaldıralım demiyorum. Ailemin, köyümün, çevremin, mahallemin yaşam tarzı bu, “ben böyle giyiniyorum, bir sakıncası var mı” dediği zaman, ona hiçbir siyasi düşünceye girmeden, ahlaki ve insani tavır olarak “ne münasebet kardeşim, başımla beraber, elbette senin de burada yerin var” demek benim ahlaki görevimdir ... ”

“Bütün kadınlar çarşafa girsin, Türkiye de çarşafa girsin, Cumhurbaşkanının da, Başbakanın da eşi çarşaflı olsun, meclis çarşaflılarla dolsun, çarşaf dışında hiçbir şey olmasın. Doğrusu budur demiyor bu kadınlar. Bu kadınlar sadece, “ben size saygı gösteriyorum” diyor. “ya bacım elbette, memnuniyetle” diyoruz. Bunu demek kadar insani bir şey olabilir mi? ..”

“Kimseyi kılık kıyafetiyle mahkum etmeyelim. Bir sorgulayalım.. “Bak bu bana geldi, ben ona gitmedim. O bana geldi, dedi ki, ben şikâyetçiyim AKP’den, oradan kopuyorum, buraya gelmek istiyorum, kabul eder misin?..” Elbette kabul ederiz! ..”

“Bizde değişen bir şey yok. Ama bizim bu anlayışımız, toplumun talepleri doğrultusunda. Toplumun talebi ne? AKP’den kopuyor. 8000 kişi AKP’den kopuyor kardeşim bir yerde. Bunun bir önemi yok mu? Bir anlamı yok mu? ...”

“Şunu herkesin bilmesini istiyorum. Ben hiçbir zaman bunu bir açılım diye söylemedim. Bunu siyasal bir olay olarak düşünmenin ötesinde, bir ahlaki ve ilkesel bir tavır olarak gördüm. Size birisi gelip partinizin düşüncelerini, ilkelerini benimsiyorum diyorsa ve kılık kıyafetinden kaynaklanan bir engel düşünür müyüz diye soruyor ise, benim ona “sen git kıyafetini değiştir öyle gel” demem, ne sosyal demokrasiye sığar, ne de laikliğin icabıdır..”

“Partimizde zaten pek çok başörtülü insan var. Üyelerimiz arasında var, üyelerimizin ailelerinde var. Bu bizim gerçeğimiz, Türkiye’nin gerçeği. Bize oy veren, sempati duyan yığınla başörtülü insan var..”

Susmuyor ... susmayacak ... zaten hiç susmadı ki ... zor olmalı bu mesleği edinmiş olanların işi (!) ... zor olmalı zira, kendi yaşamlarınız içinde kabul etmeyi asla uygun görmediğiniz bir ateşten gömleği geçiriyorsunuz üzerinize ve üçüncü dereceden yanıklarla dolaşıyorsunuz evlerinizin içinde ... kollarınız, omuzlarınız ve hatta dudaklarınız bile yara bere içinde ... kapı komşunuz olarak dahi görmeye tahammül edemeyeceğiniz o “pırıltılı beyinleri” nasıl böyle çok sevdiniz ... yazlık evinizde de kucaklayarak karşılar mıydınız onları ... yeni komşularınız ve siz ... haremlik ve selamlık ... “yan sitenin sakinleri bizi kabul eylemiyor ... sizin kumsalı daha çok sevdik ... öteki kumsal karşılamaz oldu ihtiyaçlarımızı, büyük hayal kırıklığı içindeyiz, size geldik, başkanım, uzun donlarımız, cafcaflı haşemalarımız, işimize geldiği gibi kullanıp kimi sayfalarını görmezden geldiğimiz kutsal kitaplarımız, kötü bakışlı yüreklerimiz ve memleketi günbegün karanlığa sürükleyen bilime düşman beyinlerimiz ... “ ...

Çok yakın bir tarihte, kitabında Sümerler’de fahişe kadınların başlarını örttüklerini yazdığı için hakkında dava açılan 92 yaşındaki Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’ın hiç unutmadığım o cümlesi geldi aklıma birden ... “Türban, erkeklerin kadınları damgalama yöntemidir ...” ...

Sümer, Babil ve Assur Kanunlarından, birkaç küçük alıntı gerek bu yazıyı yazma nedenimi daha iyi anlatabilmek için ... sizler, yani BirGün okurlarına değil elbet bu sözüm ... siz hep anlayandınız ... benim derdim, yine ve ille de ve ne yazık ki yine ötekilerle! ...

İster evli kadınlar, ister dul kadınlar veya Assur’lu kadınlar olsun, sokağa çıkarlarken başlarını açmayacaklardır. Adamın kızları ya bir şal ya da bir gulinu ile örtüneceklerdir. Sahibi ile sokağa giden Esirtu’lar (cariye, esire) örtülüdürler. Kocaya varan Kadiştu’lar (bir çeşit kutsal fahişe kategorisi) sokakta örtünmelidirler. Kocaya varmamış Kadiştu’ların sokakta başları açıktır, örtünmemelidir. Fahişe örtülü değildir, başı açıktır. Örtülü bir fahişeyi gören olursa, onu tutuklayacak, şahitler bulacak, onu saray mahkemesine götürecek, yakalayan tarafından sadece elbisesi alınacaktır. Örtülü fahişeye elli sopa vurulacak, başına zift dökülecektir. Eğer bir adam, örtülü bir fahişeyi görür, onu serbest bırakır ya da yakalamaz ve saray mahkemesine götürmezse, o adama elli sopa atılacaktır. Adamı ihbar eden elbisesini alacak, adamın kulaklarını delecekler, iplik geçirecekler, arkasına bağlayacaklar ve adam bir ay süreyle kralın hizmetini yapacaktır. Eğer bir adam esiresini (esirtu) örtmek isterse, beş veya altı arkadaşını oturtup, onların önünde onu örterek “ bu benim karımdır” diyecek ve kadın, adamın karısı olacaktır. Başka adamların önünde örtünmeyen ve kocası “bu benim karımdır” denmeyen esire, eş değildir. Esirtu’dur ...

Nasıl da değişti devir ... esarete geçit vermiyor beynim elbet; ne geçmişte, ne bugün ... ama nasıl da tersine eser oldu benim küçük ve yorgun coğrafyamda, bu rüzgâr ... sadece kadınlara değil, erkeklere de yakışmazmış meğer bir tutsak olmak ... “öteki” başkan bir küçük tur atıyor şimdi esir kampında ... dileğim, bu krallığa edilecek hizmetin, sahiden de otuz gün sürmesidir yalnızca ... dışarıda bir köpek ağlıyor ... hava soğuk ... özgür kalmanın bedeli, bazan üşürken ağlamak demek ... kutsal kitapların vadettiği cennetlerden uzak tutun siz beni ... ben kendi ateşimle yanarım! ..