Zamanaşımı. Garip bir kavram bu. Bir şeylerin zamanının artık geçtiğine karar vermek kolay mı? Kimin için? Ne zaman? Ama hukukta yeri var. Bazı suçların...

Zamanaşımı. Garip bir kavram bu. Bir şeylerin zamanının artık geçtiğine karar vermek kolay mı? Kimin için? Ne zaman?
Ama hukukta yeri var. Bazı suçların dosyaları, bu gerekçeyle rafa kaldırılıyor. “Zamanaşımı” bazen kurbanları ikinci kez öldürüyor, yaralıyor, incitiyor.
•••
DİSK’in kurucusu Kemal Türkler 30 yıl önce öldürüldü. Aynı zamanda Bahçelievler katliamının sanıklarından biri olan Ünal Osmanağaoğlu, bu suçtan üç kez beraat etti ve Yargıtay bu kararı üç kez bozdu. Şimdi “Tamam artık, zamanaşımı oldu” diyorlar.
12 Eylül’de, 30 yıl önceki darbeden hesap sorulacağını iddia edenler, Kenan Evren’e “zamanaşımı” hediyesiyle birlikte bir köşede sessizce durması rolünü uygun görüyorlar. Bazıları ise artık O’nu affettiğine ve/veya geçmişte ne yaşanırsa yaşansın şimdi “93 yaşında bir ihtiyar” olduğuna vurgu yapıyor.
Zamanaşımı... Ve affetmek... Kolay değil... Hiç kolay değil...
•••
12 Eylül döneminde 650 bin kişi gözaltına alındı, işkence gördü. 517 kişiye idam cezası verildi, 50'si asıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı, 30 bin kişi yurtdışına kaçmak zorunda kaldı. Yüzlerce insan “kuşkulu biçimde” öldü.
30 yıl geçti...
İntikam zamanı mı, af zamanı mı? Ya da: “İşlenen suçlar mutlaka cezasını bulmalı” mı, yoksa “siyasi olgunluk ve gerginliğin giderilmesi adına” acıları yüreklere gömmek mi?
Bütün akılları ve kalpleri kapsayabilecek tek bir cevabı yok bu soruların. Ama belki dünden çok, yarında yoğunlaşmak cevap arayışlarını kolaştırabilir. Ne ve nasıl yapılmalı ki, bu çileler bir daha çekilmesin?..
•••
Roman Polanski. Dünya sinemasının yaşayan en ünlü yönetmenlerinden biri. 77 yaşında.
1977’de Samantha Geimer adlı 13 yaşında bir kıza tecavüz ettiğinden dolayı ABD tarafından “aranıyor”. Yıllardır Fransa’da yaşayan Polanski, geçen eylül ayında ödül almaya gittiği İsviçre’de tutuklandı, 4,5 milyon dolar kefalet ödeyip bileğine elektronik bilezik takarak geçirdiği “ev hapsi” döneminin ardından geçtiğimiz günlerde serbest bırakıldı.
Ve tartışma yeniden alevlendi.
Bir yanda Nazi döneminde geçen zor çocukluğu, daha sonradan yaşadığı büyük travmalar... Yarattığı Chinatown (1974), Tess (1979), Acı Ay (1992), Piyanist (2002), Hayalet (2009) ve daha birçok önemli eser... Diğer yanda 33 yıl öncesine dayanan sicili...
Hangisi daha doğru: Polanski’yi “ırz düşmanı” olarak görüp mahkûm etmek mi?.. Hatta filmlerini boykot etmek mi?.. Ya da “zamanaşımı” dolayısıyla (ve Geimer’in davadan çoktan vazgeçtiğini de göz önüne alarak) O’nu affetmek mi?.. Veya “Kötü(lük etmiş olan) Adam’ın yaptığı iyi filmlerin değerini” ayrı bir yere yazmak mı?..
•••
Elbette “zamanaşımı” süzgecinden geçirilen suçlardaki mağdur sayısı ve mağdurluğun türü farklı. Suçlanan insanların, insanlığa getirdiklerine bakmak isteyenler açısından da tablolar birbirine pek benzemiyor. Birisinden geriye çok sayıda sanat eseri kalıyor. Ötekinden “acımasız bir paşalık tarihi”… Ha, bir de “şahane Marmaris ressamlığı”…


Sanatçılar ve sanatları
Bİrİsİ bana “falanca sanatçıyı seviyorum” deyince içimde huzursuz bir kıpırtı duyarım.
Moskova’da düzenlediğimiz kültürel etkinlikler için Türkiye’den ünlü isimler çağırırdık. Onların bir bölümünün günlük hayatta ne kadar büyük zaaflarla boğuştuğunu, ahlaki iskeletlerinin ne derece esnek olduğunu şaşarak görürdüm. Ve yapılan filmi, söylenen şarkıyı, yazılan şiiri ve romanı, onları üreten ve icra edenlerden ayırmasını öğrendim. Ya da öğrenmek gerektiği sonucunu çıkardım.
Mükemmel bir sanat eseri yaratan insan, bazen mükemmellikten çok uzakta bulunabiliyor.
Çünkü sanatçılar için iki ayrı boyut var: Yaşamak ve yaratmak. Yaşarken çoğu kez sıradan insanlar gibi (“herkesin içinde bulunduğu pislikte”) var olabiliyorlar. Ama ürettikleri, sıradan insanların asla yaratamayacağı değerler oluyor.
•••
Skandallarla dolu özel hayatıyla ilgili suçlamalar, Byron’ın Don Juan’ının ve romantik şiirlerinin etkisini silebiliyor mu?
Eserleri Hitler’e ilham verdi diye Wagner’in adını iyi besteciler listesinden silecek miyiz? (İsrail’de böyle düşünenler az değil.) 
Öz kızıyla yattı diye Molière’in, şiddet merakı olduğu için Hemingway’in, alkole düşkünlüğünden dolayı Yesenin’in edebiyat dünyasındaki özel yerini görmezden mi geleceğiz?...
Arabesk dinleyenlere karşı tahammülsüzlüğünü “yavşaklar” diyerek dile getiren Fazıl Say’ın ülkemizin en iyi müzisyenlerinden biri olduğu gerçeğini hasır altı mı edeceğiz?..
Büyük sanatçıların zaafları ile eserlerini nasıl birbirinden ayıracağız?
Eşcinsel olduğu bilinen ünlü besteci Çaykovski’yi bir erkeği taciz ettiği gerekçesiyle Çar III. Aleksandr’a şikâyet etmişler. Canı sıkılan Çar şöyle cevap vermiş:
- Kesin yakınmayı; Rusya’da çok g...t var, ama Çaykovski tek!..
•••
“Büyük adamlar” kendi ahlak anlayışını yaratmada daha cesur oluyorlar. Siyasetteki, sanattaki, bilimdeki, spordaki güçlü konumları onları zırh gibi koruduğu için. Sıradan insanlar ise bu zırhı hemen fark edip çifte standart mekanizmasını provasız çalıştırıveriyor.
Örneğin, kendi evindeki eşcinsele baskı uygularken sahneye çıkana hayranlık duyuyor. Kızına asla giydirmeyeceği giysiyi, ünlü bir şarkıcının üzerinde görünce büyüleniyor.
Otoritelerin zaafları görmezden gelinebiliyor.
Ta ki, putların kırılma mevsimi başlayana kadar... O mevsim geldiğinde “kitleler”, sadece “adalet” istemekle kalmıyor, “büyük adamlar”ın zaaflarını acımasız bir hırsla yerden yere vurup, onları kendi düzeyine indirmekten sadistçe bir keyif duyuyor.


Yağcılığın incelikleri
Ceket düğmelerinin ne işe yaradığını biliyor musunuz? Elbette, cekedi iliklemeye yarar. Başka? Saygı gösterisi yapmaya yarar. Dahası, yağcılık için birebirdir.
Patronunuzun veya şefinizin gözüne girmeniz için ideal bir araçtır ceketinizin düğmeleri. Düğmeleriniz ilikliyse bile şefiniz gelirken bir kez daha ilikliyormuş gibi yapın. Ve ellerinizi düğmelerin üzerinde birleştirin.
•••
Ellerinizin yerçekimi doğrultusunda pervasızca aşağıya sarkması veya şefinizin göremeyeceği biçimde durması iyiye işaret değildir. Hele cebinize sokmanız, düello davetiyle eşdeğerdir.
Onları yumuşak bir biçimde karnınızın üzerinde birleştirmekle, şefinize “Bakın işte ellerim, benden size zarar gelmez beyim” mesajını başarıyla vermiş olursunuz.
Başınızı da bu harekete uygun olarak yana veya öne eğmenizde yarar vardır. Ayrıca şefinizden daha uzun boyluysanız, bir de hafif kambur yapıp kısalmaya çalışmanız gerekir.
•••
Tabii en önemlisi gözleriniz. Daha doğrusu bakışınız. Şefiniz konuşurken bakışınızı olabildiğince yumuşatın. Teke tek konuşuyorsanız, gözlerinizi sürekli ona dikip de meydan okuyormuş havası vermemek için sık sık yere bakın.
Topluluk içindeyken, onun sözlerini, başınızı –onun bakışı tam sizin üzerinizden geçerken– hafifçe öne sallayarak destekleyin. Hatta şefiniz “babacan” tiplerdense ve cümlesinin sonunda özel olarak yavaşlayıp son kelimeyi bulmakta güçlük çeker gibi yapıyorsa, hemen gerekli kelimeyi seçip yumuşak, ama onaylayan bir tonda kendisine önerin.
İlişkinizde en can alıcı noktalardan biri de, şefinizin şaka yaptığı (ya da o kanıda olduğu) anları iyi değerlendirme ustalığıdır. Hem onu desteklemek, hem de çoğu kez karşısında iki büklüm duran biri olarak bu rahatlama fırsatından yararlanmak için doyasıya gülün böyle anlarda. Ama ağzınızı çabuk toparlamasını da bilin. Şefler yılışıklıktan hoşlanmazlar çünkü.
•••
Klasik yağcılık yapmaktan kaçının. Öyle “haklısınız efendim”cilikle bir yere gelemezsiniz. Değişik yöntemler bulun. Örneğin, şefin görüşlerini başka kelime ve benzetmelerle ifade ederek onunla aynı cephede savaştığınızı gösterin.
Uygun bir an yakalayabilirseniz, şefin savunduğu fikirler yolunda her şeye hazır olduğunuzu, hatta gerekirse bu uğurda ayrıntılarda şefle tartışmaktan bile kaçınmayacağınızı dikkatli bir dille vurgulayın. Bu yöntem biraz risklidir gerçi. Ama başarılı oldu mu, getirisi fazladır. Örneğin, içki masalarının mayışmış bakışları arasında şahlanarak böyle bir numara deneyebilirsiniz.
Şefi savunmak ansal bir tavır değil, hayat tarzı olmalıdır. Bu ilkeden yola çıkarak, şefin olmadığı yerlerde de onu övmeye devam edin. Yerin kulağı vardır…