28 Şubat, Necmettin Erbakan’ın ölümü ve Libya’da yaşanan çatışmalar

28 Şubat, Necmettin Erbakan’ın ölümü ve Libya’da yaşanan çatışmalar, geçtiğimiz haftanın ülke gündeminde en çok yer bulan olayları olarak sıralandılar.

1990’lı Yıllar Emperyalizmin Ortadoğu, OrtaAsya ve Asya-Pasifik bölgeleri için stratejik dönüşümler tasarladığı ve buna uygulama alanları açma çabaları içinde olduğu yıllar..

Yeni liberal yıkım politikalarının ve tek kutuplu dünyanın yarattığı tepkiler, dünya ölçeğinde genelde dinin, özelde İslamın yükselişe geçtiği yıllar.. Siyasi islamın radikal eylemlerinin gündemde olduğu yıllar…   

Anımsayın, Sovyetler Birliği’nin dağılması ile beraber bir yeşil kuşak doktrini söz konusu olmuştu. Ardından bu ılımlı İslam projesi olarak revize edildi. 2003 Yılında yayımlanan RAND Raporunda;  “ ABD ve diğer sanayileşmiş memleketler ve tabi ki milletlerarası toplum, sistemin geri kalanı ile uyumlu, ekonomik olarak güvenilir, siyasi olarak istikrarlı ve milletlerarası kurallara ve normlara riayet eden bir İslam dünyasını tercih eder.” denilerek şöyle bir saptamaya gidilir; “  Arap milliyetçiliği, Arap sosyalizmi gibi sonuçsuz kalmış girişimlerin doğurduğu öfkenin de tesiriyle ayrışma ve çatışma hızlanmıştır. İslam dünyasında dört faklı görüş birbiriyle çatışma halindedir; köktendinciler, gelenekçiler, modernistler ve laikler.” Bu saptama sonucunda bu dört eğilim kendi arasında değerlendirmeye tabi tutularak; “. Köktendinciler Batıya ve ABD'ye karşı düşmanca tavır sergilerler. Gelenekçiler daha ılımlı tavır sergilerler ancak yer yer köktendincilere yakın dururlar. Modernist ve seküleristler, değerler ve davranışlarda Batıya en yakın olanlardır ancak toplumda örgütlenme, etkinlik ve finans olarak diğerleri kadar etkin değildirler. Sekülerler geniş ideolojik eğilimleri yanında toplumdaki İslamcılara karşı kendilerini kabul ettirebilme güçleri olmamaları sebebiyle kabul edilebilir müttefikler değildirler.”

Aslında 2003 tarihli bu raporun 1992’lere kadar uzanan bir arka planı da yok değildir. Bu arka planı daha sonraki yazılarda ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Yalnız burada şu kadarını söyleyelim, ABD Moon deneyimini geliştirerek Gülenist Gönüllüler Hareketi deneyimine geçişi de bu tarihlere denk düşmektedir. ABD yönetim erki 21.Yüzyıl ilk çeyreğini değerlendiren 1998 tarihli bir raporda 11 Eylül travmasını yaşayacağını ironik bir biçimde tahmin etmekte idi. Dolayısıyla köktendincilerle diğer bir deyişle radikal islamla baş etmenin zorluklarının farkındaydı. Nitekim Irak ve Afganistan deneyimleri bunu ortaya koydu. Zaten geçmişten bu yana düşünülen ve yaşananlar karşısında giderek güçlenen düşünce , bir yandan köktencileri izole ederken diğer yandan da ılımlı İslamcıları desteklemek, içine alıp, mas etmek, soğurmak yönünde. Giderek güçlene bu düşünceyle Türkiye’ye bir rol model olma durumu yaratılma durumu da söz konusudur.

İşte RAND Raporunda adı geçen, Batıya ve ABD’ye karşı düşmanca tavır sergilediği vurgulanan köktendinciler kategorisine Necmettin Erbakan da girmekteydi.  Erbakan  “ 20. Asrın sonunda aydınlığa açılan kapı” olarak adlandırdığı D8’ler oluşumunda aktif rol oynayıp, emperyalizmin entegrasyon politikalarından sapma göstermesiyle, 28 Şubat’ın da önünü açmış oldu. Ve ardından ‘kağıttan kaplan’a balans ayarı için onayın çıkışı geldi…

  Yaşanan bu tarihsel gelişmelerden ders alan Erdoğan bugünlerde yaklaşan genel seçimle birlikte aldığı derslere yönelik ezberini bozmadan tribünlere oynamayı da ihmal etmiyor..

“NATO’nun Libya’da ne işi var?” derken ve de Libyalıların, Cezayirlilerin, Tunusluların kendi kaderlerini tayin hakkından söz ederken, coğrafyalarında askerlerini konuşlandırdığı 

Afganlıların, Somalilerin, Kongoluların, Gabonluların kaderlerini tayin hakkını es geçiyor.

Aynı şekilde kendi coğrafyasındaki Kürtlerin haklarını aklından bile geçirmiyor. Bu çelişkilerle düzenini idame ettirmeye çalışsa da hayat çelişkileri affetmez, her halde bunu da bilmiyor.   Bu gün 2 Mart. ‘Kaderiniz elimde’ dediği Kıbrıslılar meydanlardan kendisini ıslıklayacak, ıslık çalamayanlar düdük çalacaklar. Erdoğan’ın kaderini de bu ıslıklama ve düdükleme eylemleri belirleyecek. Hem komşu coğrafyalar hem de bu coğrafyada…

Küçük Bir Not;
Akıl hastanesinin birinde toplanan heyet taburcu edilecek bir hasta için son testleri yapmaktadır. Başhekim taburcu edilmeyi bekleyen hastaya sorar; Bize elini göster. Hasta elini gösterir. Ardından bir diğer soru, şimdi de bize burnunu göster. Hasta bir kez daha doğru yanıtı verir. Buna benzer birkaç sorudan sonra doğru yanıtlar alınınca heyet hastanın taburcu edilmesine karar verir. Sağlam raporu alıp dışarı çıkan hasta bir yandan yürürken bir yandan da kalçasını tutarak; “ Bende bu kafa varken tabi salacaklar oğlum, hay kafamı seveyim!..”

Pazartesi gecesi Oğuzhan  Müftüoğlu ile yapılan söyleşinin sonunda ancak şu söylenebilirdi; “Tek yol devrim diyenler asla ihtiyarlamazlar. İhtiyarlayan, sona yaklaşırken giderek daha fazla çürüyen kapitalizm ve değirmenine su taşıyanlardır.”

Nitekim çürüyen kapitalizmin ortalığa saldığı bir sürü hasta kişilik kalçasını tutarak kafamı seveyim diye diye dolaşıyor. İşte onlardan biri de demokratik kitle örgütlerine, devrimcilere saldırıyı iş edinmiş gazetesinin köşesinden görev ifa edip; “ Baci” başlıklı yazısıyla devrimci kadınlara küfrediyor. Bu tip silik kişilikler gündemde kalmak için bu tür saldırıları iş edinmekte. Bu tip saldırılarla tepkileri toplayacak. Gelen tepkiler 8 Mart arifesinde kendisine yönelecek, taşınan dövizlerde kendinden söz edilecek, bir süre gündemde yer alacak.. İşte istediği de bu olsa gerek. Bu tip kişiliklere en iyi yanıt onu “ yok hükmünde” saymak olacaktır. Zaten tarihin çöplüğü de bu tür kullanılmış kirli mendillerle doludur. Bırakın kalçasını ovalayarak orada yerini alsın….