Geçen gün Erivan'dan Li

Geçen gün Erivan'dan Liana mesaj gönderdi, Hrant. Başsağlığı dileklerini iletiyor bana, "Arkadaşındı, dostluğunuz vardı, biliyorum" diyerek. Bir de ricası vardı; internet dergileri "Hetq" için senin hakkında bir yazı yazmamı istiyordu: Bir Türk gazeteci olarak! Ona pazar günü BirGün'de çıkan "Biz Hrant'a borçluyuz!" yazısını gönderdim.

Ne boktan bir dünya bu be! İnsan en görmesi gereken şeyleri göremeden gidiyor; geç kalınıp cenazelerde gösterildiğinden. Şimdi, arkandan akan sevgi selini görsen mesela, inanamazsın. Belki, bunca sevgi beslenirken sana, o güvercin ürkekliğin için kızarsın bile kendine.

Katilini yakaladılar, azmettiren de ele geçti diyorlar. Bu da bir şey tabii, ama ne kıymeti var o katilleri üreten bataklık kurutulmadıktan sonra. "O'nu asıl öldüren milliyetçi, şoven, ırkçı atmosferi oldu bu ülkenin. Katiller, o gittikçe boğucu hale gelen havadan beslendiler. Mahkeme salonlarında, sokaklarda, okullarda linç çağrılarına izin veren siyasal-toplumsal atmosfer oldu onu öldüren. Bu ülkeye böyle bir atmosferin hâkim olmasına izin verdiğimiz için, o atmosferin gelişmesini yalnızca seyrettiğimiz için de borçluyuz Hrant'a" diyordu pazar günkü yazı.

Tam da öyle işte! Dağıtamazsak o atmosferi, yakalanmış sayılır mı ki katilin?

Ama bak, ölümün bile bir darbe oldu o zehirli havaya. Memleketin dört bir yanında kıpır kıpır insanlar: "Hepimiz Hrant'ız, Hepimiz Ermeni'yiz" diye bağırıyorlar.

Hani en çok neden korktumdu vurulduğunda, biliyor musun? Ya dedim, şu son kalan Ermenileri de bu toprakların, güvercin ürkekliği ile dolaşmaya başlarlarsa sokaklarda, öyle senin gibi do-laşamayıp da pııııır diye uçup gidiverirlerse, ne yaparız? Neremiz kesilmiş gibi olur? Bereket, "Hrant gitmedi, biz de gitmeyeceğiz" dedi onlar. Hani "üç çakıl taşı bile vermeyiz Ermenilere" diyenlere, "Evet, Ermeniler bu toprakları istiyor, ama alıp gitmek için değil, öldüklerinde içine girip yatmak için" demiştin ya... Şimdi, onlar da öyle diyor işte, aynen senin gibi!

Bize de çok iş düşüyor Hrant, çok iş. Güvercinler ürkmeden dolaşsın sokaklarda diye yapılması gereken o kadar çok şey var ki. Bak, sen üzerine düşeni fazlasıyla yaptın. Hâlâ yapıyorsun.

Sana "vatan haini" diyenler vardı ya... Gazetenin önünde öylece yatarken üzerine örttükleri beyaz çarşafın altından görünen ayakkabılarından aldılar ağızlarının payını. Malatya'da, o senin doğduğun şehirde, Yenigün diye yerel bir gazetede yazan meslektaşın ve hemşerin Nalan Sakın: "Siz hiç ayakkabısı delik hain gördünüz mü?" diye yazdı.

Emniyet'ten bir polis arkadaş aradı, "Ayakkabılarının altı delikti" diyerek ve ekledi, "Ne kadar tanıdığın dostu varsa, başsağlığı dileğimi ilet. Yapabilirsem cenazesine de katılırım".

Şimdi, seni, o suyun çatlağını bulduğu gibi akıp gitmek istediğin, hep bırakıp gidebilecekken asla bırakıp gitmediğin ve altına girmek istediğin toprağa bırakırken, inan, yurtseverliğin ne demek olduğunu en kalın kafalara ve en nasırlaşmış vicdanlara da kazıyoruz. Nasıl da "Asla" demiştin o son röportajında, İstanbul'dan başka yerde yaşamak isteyip istemediğini soran BBC muhabirine. Ve galiba şöyle devam etmiştin, "Ben özgürce yaşama lüksü için başka bir yere gidecek biri değilim, özgürlüğümü buraya getirmek için mücadele etmekten yanayım".

Sen, burada 301'e karşı çıkarken ve "soykırım" deyip bedel ödemeyi göze alırken de, Fransa'ya gidip "soykırım yoktur" deyip hapis yatmayı göze alırken de, damarlarındaki asil kanın her damlasıyla bir gazeteci, bir demokrat ve özgürlük savaşçısıydın, be dostum.

Hani, o kadar yakın da bir ilişkimiz olamamıştı, ama Liana "Arkadaşındı, dostluğunuz vardı, biliyorum" diye seslenince Erivan'dan, öyle sımsıcak oldu ki içim, öyle gurur duydum ki aynı gazetede yazdığımız için...

BirGün'dek] bir yazıdan öğrendim: Agos, karasabanın toprakta bıraktığı iz demekmiş! Eğer öyleyse dostum, inan ki hiçbir karasaban hiçbir toprakta bu kadar derin iz bırakmamıştır.