Kızımı Kurtarın'ın soruları yeni değil. Bir tanesi Kafkas Tebeşir Dairesi'nin sorusuyla aynı: Bir çocuğun gerçek annesi kimdir; onu doğuran mı ona emek veren, onu sevip koruyup kollayan mı?  

Dört yaşında bir kız çocuğu kaçırılır. Detektif Patrick Kenzie (Casey Affleck) ve ortağı, hayat arkadaşı Angie'den (Michelle Monaghan) kızı bulmaları istenir. Önce bir pedo-fıl ve ardından bir uyuşturucu taciri şüphe çeker. Tam olay kapandı ve suçlu bulundu derken yeni gelişmeler, olayın yönünü değiştirir.

Kızımı Kurtarın'ın sorduğu sorular yeni değil. Bir tanesi Brecht'in Kafkas Tebeşir Dairesi'nin sorusuyla aynı: Bir çocuğun gerçek annesi kimdir; onu doğuran mı ona emek veren, onu sevip koruyup kollayan mı? İkincisi ise "kanunlar bir soruna çözüm getiremiyorsa, kendi hukukunu kendin yap" tavrı doğru mudur yanlış mı? Kızımı Kurtarın 3-4 bölümden oluşuyor. ilk bolumun sonunda film sanki bir finale eriyor ama tabii ki gerçek farklı. Bir bağlantı bölümü var ki asıl amacı, gerçeğe giden yolda detektife ipuçları vermek. Burada bir de yargısız infaz tartışması var, detektifin kendisiyle yaşadığı. Fakat her nedense kanunlar bu yargısız infazla hiç ilgilenmiyor. Filmin düğümünün asıl çözümü ise üçüncü bölümde gerçekleşiyor. Finalde ise başta sözünü ettiğimiz hayati sorular gündeme geliyor: Yani anne kim olmalı ve kanunlara uymalı mı uymamalı mı?

KENDI HUKUKUNU KENDİN YAP
Filmin cevapları oldukça sorunlu. Hayat iki seçenekten ibaret değil ama film iki seçenekle sınırlıyor kendisini ve seyircisini. Kurumsal ve yapısal değişim olasılığını göz ardı ettiği için bir yanlışı, doğru gibi gösteriyor. Yani "kendi hukukunu kendin yap"çı bir tavır alıyor.

Başta kaçırılan kızın uyuşturucu bağımlısı (Amerikalıların sevimsiz tabiriyle 'beyaz çöp') annesi Helene rolünde Amy Ryan olmak üzere oyuncuların hepsi çok başarılı. Amy Ryan Oscar'ı alırsa şaşmamalı. Ed Harris polis detektifinde yine çok iyi. Morgan Freeman da çok akılda kalıcı olmasa da iyi bir performans sergiliyor. Michelle Monaghan ise son derece pasif rolüne inanılmaz bir derinlik katıyor. Jesse James'in katili rolünde yeni izlediğimiz Casy Affleck ise iyi bir oyuncu olduğunu bir kez daha gösteriyor.

* * *
Bir ayağı çukurda, diğeri Everest'te
ÖLMEK üzereyken bir peri gelip de "Ömrünün geri kalanında ne yapmak istersin? Dile ve olmuş bil" dese... "Şimdi ya da Asla" böyle bir fikirden yola çıkıyor. İki çok farklı adam, hastanede aynı odada kalıyorlar. İkisi de kanser hastası ve ikisinin de en fazla bir yıl ömrü kalmış. Biri çok zengin, hatta kaldıkları hastane de ona ait. Diğeri Amerika standartlarında orta-alt sınıftan bir araba tamircisi ama yoksul da denemez. Zengin olanı yani Edward (Jack Nicholson) burjuva diktatoryası lafının sağlaması gibi, insan ilişkilerinde son derece sevimsiz bir ceberut. Dilek perisi rolü de bu zorbaya düşüyor çünkü her şeyin kilidini para açıyor sonuçta. Zaten zorbaya zorbalık yapma hakkını veren de parası.

Tamirci olanı yani Carter'ın (Morgan Freeman) bazı dileklerini yazdığı bir kağıt parçası Edward'm eline geçiyor ve Edward bu listeyi geliştirerek geleceklerine yönelik bir plan yapıyor. İkili paraşütle atlıyor, Himalayalar'a gidiyor, arabayla yarışıyor vs.

Dünyaya hükmettiğine inanan ve belki de bu yüzden tanrıya inanmayan diğer burjuvalar gibi (Charlie Wilsonin Savaşı'ndaki Teksaslı zengin kadın ve Kan Dökülecek'teki petrolcü de dinsiz zenginlerden) Edward da bir ateist. Dolayısıyla da yalnız! Evi de metalik renkte. Oysa dindar Carter'ın evi sarı-sıcak ve insan sevgisi dolu! Yani zenginliğin kaynağıyla ilgili bir sorunu yok filmin, zenginin inancını yetersiz buluyor yalnızca. Bir de tanrıya inansa, aslında şeker adam şu Edward.

Bu filmi üstüörtük bir eşcinsel aşk öyküsü olarak da görmek mümkün bir yandan. İki erkeğin ilişkisi öyle noktalardan geçiyor ki, Brokeback'e gönderme yaparak Everest Tepesi diye adlandırılsa da yakışırmış filme. Aslında böyle bakınca son derece sıkıcı bu film biraz ilginçlik kazanıyor ama bir saatten sonra o da fark etmiyor.

* * *
Anna'nın bakışı
KÜÇÜK bir kız çocuğu için önemli olan sahip olduğu düzeni korumak, mümkünse daha iyileştirmektir. Tabii, bu sadece 9 yaşındaki kız çocukları için geçerli bir durum değil. Fakat Anna'nın hayatı hiç anlamadığı nedenlerden dolayı büyük değişime uğrar. Anne ve babası önemli kararlar alırlar ve hayatlarını kökünden değiştirirler çünkü. Konformist bir burjuva hayatı sürerlerken, Şili'nin devrimci davasına hizmet eden, kadın haklarını savunan aktivistlere dönüşürler. Bu değişimi,Franco'nun yakın bir akrabalarını öldürmesinden sonra vicdan azabıyla birlikte yaşarlar.

Eski evlerinden, dadılarından ayrılırlar, daha küçük bir eve taşınırlar. Anna çok mutsuzdur ve komünistlerden anneannesinin de doldurmasıyla nefret eder. Anna düşe kalka büyürken, Şili'deki ilerici hükümet Pinoc-het'nin darbesiyle kanlı bir biçimde devrilir. "Fidel'in Yüzünden" hikayesini tamamen küçük bir kızın perspektifinden anlatan sevimli bir film. Ama bu sevimlilik bazen zaafa da dönüşüyor. Yetişkin karakterler son derece yüzeysel kalıyorlar. Ama olsun, "Fidel'in Yüzünden" görülmeye değer bir film.