Bizim medyanın "Radikalliği de bir noktaya kadar. Ö

Bizim medyanın "Radikalliği de bir noktaya kadar. Önce, "sonuna kadar gidilsin" ister, Şemdinli'deki Susurluk'u keşfeder, sonra "Asker konuştu" der ve başlar mesajın "gizli şifreleri"ni çözmeye. Sanki gizli olmayan şifre olurmuş gibi!

Herkesin beklentisi Genelkurmay Başkanlığının Şemdinli iddianamesinde adı geçen Org. Büyükanıt'ın yargılanmasına izin vermeyeceği yönündeydi ve beklenen oldu. Ancak, bu kararın açıklanması "daha sert bir açıklama" beklentisi içinde olanları epeyce mutlu edecek kıvamdaydı. İddianame "maksadını aşmış", "hukuki olmaktan çok siyasi", "TSK'yı yıpratmaya ve terörle mücadeledeki iradesini zayıflatmaya yönelik" bir metin olarak niteleniyor ve bu "tertip"in arkasında kimler olduğunun bilindiği ilan ediliyor. Anlaşılan, iddianameyi hazırlayan Savcı Sarıkaya "belli bir görüşün etki ve telkini altında" ve böyle bir iddianame ona birileri tarafından yazdırılmış ve bu birileri de Genelkurmayca biliniyor!

Kuşkusuz, o birilerinin ortaya çıkarılmasında yarar var. Ancak, bir de son zamanlarda sık sık duyduğumuz bir kavram var: "Yargıyı etkileme". Yargıyı etkilemek bir suç ve herkesin yakından tanıdığı birçok gazeteci ve yazar da bu suçu işlediği için yargılanıyor. Hasan Cemal, İsmet Ber-kan, Haluk Şahin, Murat Belge ve Erol Katırcı-oğlu hakkında Ermeni konferansını durduran mahkeme kararına ilişkin yazıları nedeniyle açılan davayı anımsarsınız. İddianamede bu gazeteciler için 6 ay ile 10 yıl arasında değişen hapis cezalan isteniyor. O gazetecilerin yazıları ile son Genelkurmay açıklamasını yan yana koyup bakmak gerek. Biri yargıyı etkilemek ise, diğerine ne diyeceğiz? Bu soruyu, Sabah'tan Ergun Baba-han "Açıklama, bağımsız yargıya, sivil otoritelere 'bir fırça' belgesi niteliğinde" diye yanıtladı.

8 Mart tarihli yazımda, "her şeyin normal ve olağan bir seyir içinde aktığı ülkelerde, savcı bir iddianame hazırlar ve o iddianamede adı geçenler de, ister üniformalı ister sivil olsunlar, yargılanır, beraat eder ya da mahkûm olurlar. Kuşkusuz, her şeyin normal ve olağan bir seyir içinde aktığı ülkelerde bizdeki gibi iddianameler de hazırlanmaz. Savcılar, ciddi hukuki delillerle beslemedikleri iddiaları 'iddianame' gibi ciddi olması gereken belgelere taşımazlar" diye yazmıştım.

Başbakan'ın "Ananı al gif'inde, "lan"ında hakaret görmeyen, ama çiftçinin "ne yüzle geldiniz" sözünü "kamu görevlisine hakaret" sayıp 3 aydan 2 yıla kadar hapis isteyen iddianameleri gördükçe, insanın aklına savcılık, iddianameler ve hukuk sistemimiz konusunda bin-bir türlü soru takılıyor.

Genelkurmay'ın savcı ve iddianame konusunda ileri sürdüklerinin bir yargılama sürecinde ortaya konulması çok da hayırlı olurdu. "Normal" olan da buydu. Ancak, bizim medyanın radikallerinde bile böyle bir "normallik" arayışını görmek zor. Dün Yeni Şafak'ta Kürşat Bumin "böyle günlerde" gazeteleri daha bir dikkatle gözden geçirdiğini yazmış ve "Tecrübe ile sabit ki 'böyle günlerde' gazetelerimize umutla sarılmak boşunadır" demiş. Bumin hangi gazete olduğunu belirtmemiş ama, neyse ki bir gazetede "Ohh beee!" dedirten, "ilaç gibi gelen" bir açıklama bulabilmiş.

Birgün'ün manşetindeki o açıklamanın sahibi emekli askeri hakim Ümit Kardaş. Bizim okurlar için tekrar olsa da, Kardaş'ın açıklamalarını buraya da almakta yarar var. Kardaş, emekli de olsa, hem asker hem de yargıç. Doğrusu, bizim gazete bu konudaki en yetkin yorumcuyu konuşturup manşete taşımış: "Genelkurmay sanki mahkeme yerine geçmiş ve bir yargılama sonunda gerekçeli karar yazmış... Bunun ötesinde de Van Savcısını bir tertip içinde gösteriyor ve ağır bir suçlama var. Anayasal organlar da bu tertibi ortaya çıkarmaya çağırılıyor. Bu açıklama karşısında siyasetçilerin, parlamentonun diyeceği bir-şeyler olmalı... Çok kritik ve şanssız bir açıklama... Genelkurmay'ın bu açıklamasından sonra şu an Türkiye'de bir demokratik sistem var mı, hukuk devleti var mı diye tartışmak gerekiyor."