"Polisi tahrik etmişler" diyor, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül. Diğer sağcılarla kıyaslandığında nispeten barışık ve makul bir görüntü veren Gül, söylediklerine inanıyor mu acaba?

"Polisi tahrik etmişler" diyor, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül. Diğer sağcılarla kıyaslandığında nispeten barışık ve makul bir görüntü veren Gül, söylediklerine inanıyor mu acaba?

Nasıl tahrik etmişler?
Slogan atmışlar. İhtimal ki, yasadışı bir örgüt hakkında... Böyle bir yasadan haberi olan var mı; slogan attılar diye savunmasız insanların önce kafasını patlatıp sonra yerde tekmelemeye cevaz veren... Dışişleri Bakanı, "tahrik"ten söz ederken utanmış mıdır, acaba? Avrupalı meslektaşları karşısında rezil olma duygusu yaşamış mıdır? Umarım yaşamıştır. Ne tür adamlar tarafından yönetildiğimizi anlamak için iyi bir test oluyor böyle hadiseler...

ÇİÇEK'İN ADALETİ
Bakar mısınız, hükümet sözcüsü ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'e... "Hırsızın hiç mi suçu yok" diyerek dayak yiyen kadınları hedef gösteriyor. Avrupalıya haddini bildirmekten de geri durmuyor, küreselleşme karşıtı eylemlere siz müdahale etmiyor musunuz, diye... De ki, müdahale ediyorlar. Böyle bir şey, senin polisinin kadın-erkek ayırmadan dayak atmasının gerekçesi olabilir mi? Ayrıca, iki hadise kıyaslanabilir mi? Beyazıt'ta kadın döven polisin karşısında Cenova'daki eylemci olsaydı, aynı 'kahramanlığı' gösterebilir miydi? 'Delikanlı Başbakan'ın delikanlılık kitabını da çok merak ediyorum. Yere düşmüş kadınların suratını postallarla tekmelemek hangi sayfasında yazıyor acaba bu kitabın? Bunların hamuru Komünizmle Mücadele Dernekleri döneminde yoğrulmuş, Milli Türk Talebe Birliği'nde şekillenmiş. Hala aynı kafa!

İş lafa geldi mi, "Kopenhag kriterlerinin hepsini yerine getirdik, müzakereler için hiç bir engel yok" demeyi biliyorlar. Pazartesi günü, Troyka'nın basın toplantısında 'kriter'i gördünüz! Adam işte böyle gelir, senin Dışişleri Bakanının yanına oturur, televizyon kameralarının karşısında verir veriştirir... Bakan beye de mahcup bir tebessümle ellerini nereye koyacağını bilememek düşer. Mütebessim bakan, Türk basınının karşısına çıktığında, "Türkiye'de işler iyi gitmiyor" diyen AB Komisyonu Türkiye delegasyon şefi Kretschmer'e "O da kim oluyor" diyor. Ama Avrupa Parlamentosu'nda o sözler 'hakaret' olarak nitelendiriliyor. Yarın Brüksel'e gittiğinde aynı cümleleri tekrarlayabilecek mi acaba? Avrupa basınında iki gündür çıkan haberlerin özeti şu: Buraya gelip hava atıyorsunuz ama (Frankfurter Rundschau aynen bu ifadeyi kullanmış) Pazar günü kriterlerinizi gördük!

1 NİSAN İÇİN GÖZDAĞI
Hadisenin bir de polisle ilgili yanı var... Günlerdir polis şefleri medyaya konuşuyor; uyum yasaları polisin elini kolunu bağlıyor, diye... Yasanın yürürlüğe gireceği 1 Nisan'dan sonra görevlerini hakkıyla yapamayacaklarmış. Bu açıklamalardan, şöyle ağız tadıyla adam bile dövemeyeceğiz şeklinde bir sonuç çıkarabilir miyiz? Daha 'siyasi' bir yerden bakıldığında ise, devlet içindeki AB karşıtı oluşumların 'gözdağı' olarak da okunabilir, polisin 'Beyazıt eylemi'. AB Troykası'na 'hoşgeldin gösterisi'. Ama öyle anlaşılıyor ki, gözdağı işe yaramış. Baksanıza, hükümet yetkilileri bile yelkenleri indirdi. Bütün bunlar bir yana, Pazar günü yaşanan olaylar bir kez daha gösterdi ki, polisin derdi yasa uygulamak falan değil. Polis, Türkiye'de solculara karşı 'kan davası' güdüyor. Bu kadar vahşi bir saldırının başka bir izahı olamaz. İnsanın kendini kaybedecek kadar kişisel bir hınç ve öfke ile dolu olması lazım ki, yerde yatan birini tekmeleyebilsin. Bir yandan da düşünmeden edemiyorsunuz... Televizyon ekranlarında gördüğümüz o polisler... Hani şu yerde yatan kadınları tekmeleyenler... Akşam eve gittiklerinde, çocuklarına anlatıyorlar mı acaba, o gün yaptıklarını... Ya da kahvede 'yanık' oynadıkları arkadaşlarına... İzin günlerinde kahveye gidiyor olabilirler mi? Birlikte kadın dövdükleri meslektaşları dışında arkadaşları var mıdır?