Bazı günler fark etmeden (bunu); (böyle) hissetmeden yani geçiyor. Haberini vermek yetiyor yani bazı günler olanın bitenin. Böylece dayanıyor yani insan...

Bazı günler fark etmeden (bunu); (böyle) hissetmeden yani geçiyor.
Haberini vermek yetiyor yani bazı günler olanın bitenin. Böylece dayanıyor yani insan, dayanabiliyor.
Başkalarını haberdar etmek, haberdar olanların verecekleri tepkiyi tahmin etmek, bu tepkilerin bir yerde biriktiğini bilmek...
Bunun işaretlerini görmek...
Bunun mesajlarını almak...
Böyle işaretler görmek...
Böyle mesajlar almak...
Verdiğiniz haberlerin, etrafında birleşilen bir masaya konulduğunu, bir masada olduğunu şimdi...

Verdiğiniz haberler hakkında, etrafında birleşilen masalarda konuşulduğunu, verdiğiniz haberlerin konulduğu masaların etrafında birleşildiğini şimdi...
Verdiğiniz haberler doğrultusunda şimdi de işte artık kararlar alındığını, bu masalardan harekete geçildiğini şimdi de artık...
Hiç olmazsa yani verdiğiniz haberlerin bir yerde, bir yerlerde, farklı farklı yerlerde gerçeği biriktirdiğini...
Hâlâ gerçeğin harekete geçirdiği birilerinin...
Hâlâ Ahlak’ını Gerçek’ten besleyenlerin...
Gerçeğe Ahlak’ıyla müdahale edenlerin olduğunu...
Öğrenmek...
Bilmek...
Bu defa da işte bunun haberini almak... Şimdi... Bir yerlerden...
Bu defa da bunun haberini vermek... Şimdi... Bulunduğunuz yerden... Gururla...
Yetiyor bazen.
Bazı günler, eğer iyice geç çıkmışsak gazeteden, evlerimize gidince de uzanır uzanmaz uyuyup kalmışsak yorgunluktan kanepelerimizde, fark etmeden geçiyor, geçmiş oluyor o gün. Geçmiş olsun.
Geçmiş olalım fenalıkların arasından etrafımızdaki.
Böyle bir dönem çünkü içinden geçtiğimiz.
Böyle fena.

Böyle fena bir yer oldu burası çünkü artık iyice.
Böyle bir yer oldu iyice. (Burada, tam da böyle bir yerde “iyice” demek de Türkçe’nin bir sürprizi işte.)
Dayanmak zor.
Bazı günler hava kararmadan, gazete matbaaya gider gitmez çıkmış oluyorum gazetemizi yaptığımız binadan...
Sokağa...
Caddeye...
“Yahu, ne oluyorsun?” diyorum o zaman kendime...
Doğup büyüdüğüm...
Artık hemen hemen yarım asırdır yaşadığım bu şehirde...
Bazen sırf bir sokağının, bir kıyısının, bir yerden görünen bir manzarasının beni mutlu etmeye yettiği bu şehirde...
Sadece suç ortaklığı, suç ortakları görüyorum sanki...
Bir büyük, bir çağcıl insanlık suçunun; insanlık suçlarının, insanlığa karşı suçların ortaklarını...
Artık topyekûn bir suç makinesi gibi işleyen bir ülkenin insanlarını...
Suça bulanmış...
Suçtan gelen...
Suça giden...
İnsanlar sanki sadece...
İnsanları bu ülkenin.

“Mutsuzlukları, huzursuzlukları, aceleleri bundan olmalı” diyorum kendime.
Ah, bu hale getirdiler, geldi sonunda işte bu ülke.
Farkında olmadan yükünü taşıyorlar başkalarının ve kendilerinin suçlarının,
bu ülkenin,
bu şehrin insanları.
Böyle akşamlarda...
Sokağa, caddeye erken çıktığım akşamlarda... (Seyrek oluyor böyle erken çıktığım akşamlar, yadırgamam bundan.)
Aniden sloganlar patlamazsa bir yerden...
Bizim sloganlarımız...
Bir gazete bayiine gidip...
Çantamda olmasına rağmen bir tane...
Bir “BirGün” diyorum...
Çantama koyuş anının tadını çıkarıp...
Ya eve gidiyorum...
Ya bir dosta.