Attilâ İlhan’ın ölümünün ardından büyük medyadaki anma

Attilâ İlhan’ın ölümünün ardından büyük medyadaki anmalarda bir konsensus ortaya çıktı. Barış Manço’nun ardından geliştirilenlere de benzeyen bu yüceltme konsensusunda büyütürken flulaştıran bir yan da var. Ölen kişinin önemli birisi olduğu bilgisini mümkün olduğunca genişletirken niçin önemli olduğu bilgisini silikleştiren bir dizi kodlama, bugüne bakışta da eleştirel değerlendirmeleri ve bilginin oluşumuna dair tartışmaları piramidal kavrayışın sınırlarından taşmayan bir tüketici konumu lehine terketmemizi istiyor.

Konsensusun baskısını hissetmekle beraber kendi okumasını aramak isteyen pek çok yerde ise Attilâ İlhan farklı bakış açılarıyla, eksisiyle artısıyla ele alındı. Buralarda doğallıkla en çok işlenen bölünme, yaygın bir beğeniyle takip edilen/ edilmiş şair Attilâ İlhan ile özellikle son yıllardaki aktif bir figür olarak milliyetçi sol tezleriyle siyasi mücadele veren Attilâ İlhan’ı birbirinden ayırmak oldu. Sevilen şiir yapıtının kendisi de daha edebiyat içi mecralarda sorgulanmakla beraber, bu genel ikili değerlendirmede esas vurgu siyasal tezleri ve tutumuyla edebi yapıtının birbirlerini belirlemediklerine yapıldı.

İlhan’ın kendi kariyeri, düşüncesinin ve sanatının gelişimi açısından bu son dönem etkinliğini tartmak çabası anlamlı. Fakat ben işin öbür tarafına bakmayı da önereceğim: İlhan’ın bu milliyetçi sol cevabı hangi çağrıya yanıtlardan biriydi ve nelerle beraber algılanarak kabul ediliyor, benimseniyordu?

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girme süreci milliyetçiliğin tüm sol versiyonlarını güçlendirdi, bir süre öncesine kadar azınlık durumundaki marjinalleşmiş milliyetçi sol sentezler bu yeni dalga karsışında hem meşrulaştı hem de meşrulaştığına tam sevinemedi. Çünkü dalga onlardan büyük geldi ve gölgede kaldılar. Kurucu aydın olarak kemalist aydın figürü de, bastırıldığı yerden 2000’lere dönüşerek geri geldi. Bu beklentiye sadece İlhan cevap vermedi, başka gazetelerde başka isimler, başka yeni romanlar, kitaplar, dergiler de Batı’ya karşı bir kale gibi düşünülen millici bakışlarla kemalist kurucu aydın tipolojisini günümüze uyarladılar. Bu yeniden canlanma şu anda da devam ediyor

AB sürecinin bunlara yol açan en bariz travmatik etkisi, ‘dönüştürme erki’ni elimizden alması oldu. Çok yukarıdan uzun vadeli ekonomik çıkar vaadiyle getirilmiş demokratik reformlar burada yaşayan insanların doğrudan bir talebi ve mücadelesiyle oluşmadığından burada mücadele sürdürenler üzerinde travmatik bir etki yapıyor. Hayatı dönüştürmek için çalışmayı anlamsızlaştıran, AB’ye girilmesini beklemeyi ve ondan sonra harekete geçmeyi söyleyen yorum (AB ile müzakerelerin en az 10 yıl süreceğinden bahsedildiğine göre) tam bir kendi kendini erksizleştirme olarak deneyimlenmeyi de beraberinde getiriyor.

Reformlar ve bunlara karşı millici güçlerin diş bileyerek ama sessizce sürecin tamamlanmasını beklemesi, demokratikleşme hamleleri ve vaadleri, özgürlükçü sol düşüncelerin de güçlenmesinin zeminini artıracak bir gelişme gibi görülebilirdi.

Ama dönüştürücülüğün tamamen yönetici elitlere ve de bir büyük birliğin kararlarına devredilmesi durumunda, demokrasiden faydalanma şansı artmış fakat erksizleştirilmiş özneler çoğalıyor. Sürdürdükleri hayatı dönüştürme erkini devretmiş insanlar bu dönüştürme sürecine de aşağıdan yön vermekten uzak düşüyorlar. En fazla adımlarını uydurmaya çalışabiliyorlar. İlk takıldıklarında da yedekteki reaktif şablonlar devreye giriyor.

Hayatı dönüştürme iradesi AB sürecine kaptırılınca, yeniden erklenebilmek için bu kez hayatı dönüştürmeme rolüne aday olan görüşlere kayma, sol-milliyetçiliklerin artan dozlarda farklı seviyelerde artmasıyla mevcudu korumaya dayalı muhafazakâr bir ‘hayatın dönüştürülmemesini sağlamaya çalışma siyaseti’nin benimsendiğini görüyoruz.

Hayatı, sanatı, kültürü, Avrupa Birliği’ni, güç ilişkilerini ve her şeyi dönüştürme erkine yaklaşmak, oradan akışlar hayal etmek ve buna göre düşünüp eylemek terkedildiğinde de, geriye kalan tozlu bazı emperyal özne tasavvurları, bunların kemalist kurgularla şablon haline getirilmesi ve yeni aydınlarını piramidin uygun kürsülerinden konuşturması oluyor.

İlhan’ın yapıtının buna sıkıştırılamayacağını tekrar anımsayarak da olsa, Siyasi İlhan’a yönelik çağrıda, bu sesin payının büyük olduğunu belirtmeli...