5-6 Ocak 2005 tarihlerinde Meclis’te, CHP’nin sıkı direnişine rağmen, “Bazı kamu kurum ve kuruluşlarına ait sağlık birimleri

5-6 Ocak 2005 tarihlerinde Meclis’te, CHP’nin sıkı direnişine rağmen, “Bazı kamu kurum ve kuruluşlarına ait sağlık birimlerinin Sağlık Bakanlığına devredilmesine dair kanun tasarısı'' kabul edildi. Böylece, yataklı ve yataksız olmak üzere toplam 573 SSK sağlık tesisinin ve toplamda 600’ü aşkın sağlık biriminin Sağlık Bakanlığına devredilmesinin Meclis aşaması tamamlandı.

Cumhurbaşkanı’nın tutumu henüz bilinmiyor. Ama CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne başvurusunun mutlaka olacağı biliniyor.

Söz konusu devrin gerekçesi nedir? Hükümetin yasa tasarısının gerekçesi, ilk önce, Anayasanın 56. maddesine sığınıyor: “Devlet… sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler''. Oysa Anayasa, planlamaktan söz ediyor mülkiyet devrinden değil.

Nitekim, yasa gerekçesinde, “ülkemizde sağlık hizmetlerinin organizasyon ve sunumu bugün karmaşık ve çok başlı bir yapı arz etmektedir'' deniliyor, ancak “standart eksikliğini ve eşitsizliğini gidermek'' şeklinde tarif edilen amacın niçin bir mülkiyet devrini şart kıldığı açıklanamıyor.

Kaldı ki, yasanın 2. maddesi, birçok sağlık birimini (Türk Silahlı Kuvvetleri, üniversiteler, mahalli idareler, mazbut vakıflara ait sağlık birimleri, vs.) hariç tutarak, önemli bir sağlık hizmeti alanını Sağlık Bakanlığı koordinasyonu dışında bırakıyor. Böylece daha başlangıçta kendi gerekçesini çökertiyor.

Peki “Karmaşık ve çok başlı yapıyı tek elden yönetme'' gerekçesiyle Sağlık Bakanlığına yapılan devirler kalıcı olacak mı, yani son durak gerçekten Sağlık Bakanlığı mı? Yasa gerekçesinin kendisi bile buna ‘hayır’ diyor: “Bilindiği üzere kamu yönetimi reformu ve yeniden yapılanma çerçevesinde sağlık kuruluşları mahalli idarelere devredilecektir''. Peki niçin önce Sağlık Bakanlığı aşaması var? Sözde bunları rehabilite etmek ve ortak standarda kavuşturmak için. Ama asıl gerekçe, toplumsal tepkiyi azaltmaktır.

Peki en azından 81 il özel idaresi devrede olunca karmaşık ve çok başlı yapı, standart farklılıkları, daha fazla ortaya çıkmayacak mı? Bu soru yanıtsız. Aldatmacanın önemli bir ayağı burada.

Şu soru da önemli: Sağlık Bakanlığı elinde toplanan sağlık kuruluşlarını yerel yönetimlere devretmek zorunda mı? Hayır. Sağlık Bakanlığı, sigortalı hak sahiplerinden gasp ettiği sağlık tesislerini mutlaka yerel yönetimlere devretmek yükümlülüğü altına girmiyor. Ayrıca, 21 Temmuz 2004 tarihli 5220 sayılı yasaya göre, Maliye Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı’na tahsisli taşınmazlar ile Bakanlığın kullanımında bulunan diğer taşınmazlardan gerekli görünenleri satmaya yetkili kılınıyor. Demek ki, Bakanlık, elinde topladığı hastanelerin büyük kent merkezlerinde önemli rant kapısı olanlarını doğrudan doğruya özelleştirebilecek.

Özelleştirme kuşkusuz yerel yönetimler aracılığıyla da yapılabilecek. İktidar, büyük bölümünü doğrudan denetlediği yerel yönetimler aracılığıyla bu tesislerin özelleştirilmesini gündeme getirebilecek. Her iki yolla da kendi zenginini yaratma yolunda önemli mesafeler katedebilecek.

İkinci yolun özelliği, yüzlerce yerel yönetim elinde toplanacak sağlık tesislerinin özelleştirilmesinin, çok daha zor izlenebilecek ve denetlenebilecek bir sürece dönüşmesi olacak. Ama bu yolun nasıl kolaylaştırıldığını görmek için, yerel yönetimlere verilen özelleştirme yetkileri iyi anlaşılmalı.

Özelleştirme-yerelleşme birlikteliğinin en açık göstergesi, hem Belediye Yasasında (m. 18/j) hem de Cumhurbaşkanından döndüğü için henüz yasalaşamayan İl Özel İdareleri (İÖİ) Yasa Tasarısında (m. 10/i), belediye meclisleri ile il genel meclislerine verilen özelleştirme yetkisinde görülmektedir: “Belediye/İÖİ adına imtiyaz verilmesine ve belediye/İÖİ yatırımlarının yap-işlet veya yap-işlet-devret modeli ile yapılmasına; belediyeye/İÖİ’ne ait şirket, işletme ve iştiraklerin özelleştirmesine karar vermek'' yetkisi söz konusu meclislerin görevleri arasında sayılmaktadır. Oysa, yerel yönetim şirketlerinin özelleştirilmesine yerel yönetim meclislerinin karar verecek olması yürürlükteki özelleştirme yasasına aykırıdır ve Anayasa Mahkemesi’nden dönecek özelliktedir.

Ama AKP iktidarı, niyetlerini gerçekleştirmek için hukuk tanımazlık alışkanlığını sürdürmektedir. İşte bu nedenle, sosyal sigortalıların mülkiyet hakkına sahip olduğu sağlık tesislerini, onların iradesi dışında (yani bağlı oldukları sosyal güvenlik kurumunun yönetim kurulu kararı olmaksızın) Sağlık Bakanlığına devretme cüretini gösterebilmektedir. Bu tasarruf, Anayasadan başlamak üzere tüm hukuk sistemine temelden aykırıdır.

Ayrıca, “SSK’ya ait olan sağlık birimleri rayiç bedeli karşılığında Bakanlığa devredilmiştir'' (m.4) hükmünden ötesini söylemeyen bu düzenleme, bu bedelin ödenme zamanını ve olası gecikme faizini açıkta bıraktığı gibi, rayiç bedelin tespitini de yürütmenin emrinde oluşturulacak komisyonlara bırakarak, yasama yetkisini yürütmeye devretmektedir. Bu, “idarenin kanuniliği'' ilkesine aykırıdır.

Ayrıca, yıllarca devlet kurumlarını finanse etmekte kullanılan sosyal güvenlik fonları hesaba katılmazken, son 10 yıldır devletin bu kurumlara yaptığı transferler “açık'' kapamak üzere borç vermek mantığı üzerinden gerçekleştirilmektedir. Şimdi bu kurumların devir bedellerinin bir “mahsuplaşma'' aldatmacasına kurban edilmeyeceğini kim söyleyebilir?

Görüldüğü gibi, Türkiye’de “kamu yönetimi reformu'' adıyla getirilen düzenlemeler ile sosyal güvenlik alanında yapılmak istenenler bir bütünün parçalarıdır ve yeni ve daha kapsamlı bir özelleştirme/piyasalaştırma dalgasının habercileridir.