Sansürün çirkin gölgesine rağmen, Türk sineması açısından son yıllarda Avrupa’da yapılan en önemli etkinlik olarak rahatlıkla gösterebiliriz

Sansürün çirkin gölgesine rağmen, Türk sineması açısından son yıllarda Avrupa’da yapılan en önemli etkinlik olarak rahatlıkla gösterebiliriz 10. Era Nowe Horyzonty Uluslararası Film Festivali’ni
CÜNEYT CEBENOYAN

Bu yazı biraz gecikti ama yine de hiç yazılmamasından iyidir. 10. Era Nowe Horyzonty (ENH; Era Yeni Ufuklar) Uluslararası Film Festivali 22 Temmuz ve 1 Ağustos tarihleri arasında gerçekleşti. Festivalin bizim açımızdan önemi büyüktü. Tıpkı nisan ayında İtalyan’ın Lecce kentinde yapılan festivalde olduğu gibi, bu festivalde de Türk sinemasına ayrı bir yer ayrılmıştı. Ama Polonya’nın Wroclaw (Wrosvaw okunuyor, sık sık Krakow’la karıştırıldı) kentindeki festival Lecce’den çok daha kapsamlı bir festivaldi. Nüfusu yüz binlerle ölçülen kentte festivalin çektiği seyirci sayısı 120.000 civarında oldu. Tabii gelenler sadece kentte oturanlar değildi, Polonya’nın çeşitli kentlerinden, özellikle Varşova’dan festivali izlemeye çok sayıda izleyici geldi.
Zeki Demirkubuz festivalin en önemli isimlerinden biriydi. Demirkubuz’un bütün filmleri gösterildi, her filminden önce bir sunum yapıldı ve ardından yönetmen seyircilerin sorularını cevaplandırdı. Demirkubuz’un filmleri çok beğenildi ve büyük ilgi uyandırdı. Gösterimlerin ardından hararetli tartışmalar oldu. Kieslowsky’nin Dekalog’undan çok etkilendiğini söyleyen Demirkubuz bir anlamda Polonya’ya olan borcunu ödedi. Şimdi sıra Polonyalı sinemacıların Türk sinemasından etkilenmesine gelmiş gibi görünüyor. Çünkü sadece Demirkubuz değildi filmleriyle Yeni Ufuklar’a damgasını vuran. Nuri Bilge Ceylan, Yeşim Ustaoğlu, Ümit Ünal, Theron Patterson, Hüseyin Karabey, Bülent Düzgünoğlu, Pelin Esmer ve İsmail Necmi festivale hem filmleriyle hem de bizzat katıldı, hem de seyircileriyle tanışıp sohbet etti. Nuri Bilge Ceylan’ın fotoğraf sergisi de festival etkinlikleri arasındaydı. Festivale şahsen gelemeyen ama filmleri gösterilen diğer yönetmenlerimiz ise Reha Erdem, Derviş Zaim, Serdar Akar, İnan Temelkuran ve Semih Kaplanoğlu’ydu. Bu listeye Fatih Akın da eklenebilir. Eğer konsolosluk sansür heyeti rolüne sıvanmasaydı Kazım Öz de bu listede yerini alacak, belki bizzat katılacaktı. Son derece parlak geçen Türk(iye) sineması bölümü bu nedenle yara aldı, herkesin tadı biraz kaçtı. Oysa Lecce’de Kazım Öz’ün ‘Fırtınası’ gösterilmişti. Yasaklanan ‘Fotoğraf’ı izleyebilmiş değilim. Ama ‘Fırtına’yı gayet iyi biliyorum (Lecce’de bir kez daha izledim). (Film hakkında yazdığım olumsuz eleştiriden dolayı yapımcılarından az hakaret duymadım.) ‘Fotoğraf’ın ‘Fırtına’dan daha radikal olduğunu sanmıyorum. Ortada tamamen keyfi bir uygulama olduğu açık. Bir filmin gösterilip gösterilemeyeceği, kültür müsteşarlarının keyfiyetine kalmış gibi görünüyor ve bu kabul edilebilir bir durum değil. ‘Fotoğraf’ gösterilmeyince Kazım Öz diğer filmi ‘Şavaklar’ı da gösterimden çekti, gayet anlaşılabilir bir tavırla.
Bu sansürü bir panelde, Ümit Ünal net bir dille eleştirdi. Panel demişken, benim de katılımcısı olduğum iki panel gerçekleşti. Türk sineması hakkında akla gelebilecek hemen hemen her şey konuşuldu. Demirkubuz sineması yine özel bir seansta irdelendi. Festival konukları arasında sadece yönetmenler yoktu. Akademisyen Asuman Suner, Fipresci jürisi üyesi olarak eleştirmen Yeşim Tabak, yönetmen ve Gezici Festival yöneticisi Ahmet Boyacıoğlu ile Başak Emre, Türk sineması uzmanı Alman eleştirmen Daniela Sannwald, gazeteci ve eleştirmenler olarak Esin Küçüktepepınar, Ali Koca ve Ömür Gedik de festivale katıldılar. Benim konumum ise konukluktan çok festival çalışanıydı diyebilirim. Birçok filmin sunumunu yaptım, soru cevap bölümlerini yönettim, panellere katıldım, gazete ve televizyonlara görüş verdim. Bu yoğunluktan dolayı da yabancı filmlerden çok, Türk filmlerini yeniden izledim. Yine de Polonya’nın en önemli yönetmenlerinden Wojciech Jerzy Has’ı bir miktar tanıma fırsatı buldum. Has, Demirkubuz ve Jean Luc Godard’la birlikte kapsamlı diğer retrospektiflerin öznesiydi.
Festivalin müzik programı da oldukça zengindi. İstanbul’da Faith No More adlı grubuyla izlediğimiz Mike Patton son projesi ‘Mondo Cane’ ile festivali açtı. ‘Mondo Cane’ (Köpek Dünyası), adını eski bir İtalyan belgeselinden alıyor ama İtalya ile ilgisi 50 ve 60’ların İtalyan şarkılarından oluşmasıydı. Türkiye’den ise Baba Zula ve Replikas konser verdi, ayrıca dj’ler de sahne aldı.
Festivalin yenilikçi filmlere ayrılan uluslararası yarışma bölümünü Dünyevi Tarih (Jao Nok Krajok) adlı film kazandı. Filmin yönetmeni Anocha Suwichakompong, Tayland sinemasına Cannes’dan sonra bir zafer daha kazandırmış oldu. Fipresci ödülü ise Rus filmi Mama’ya gitti (Yelena ve Nikolay Renard). Başka birçok etkinlik, yarışmalı bölüm ve birçok ödül kazanan film var ama hepsini saymaya kalksam bu yazı zor biter. Gelecek yıl Japon erotik film türü ‘pinku eiga’ retrospektifi yapılacağını söylersem festivalin ne kadar ufuk açıcı bir tarzı olduğunu da anlamış olursunuz sanırım!
Sonuçta sansürün çirkin gölgesine rağmen, Türk sineması açısından son yıllarda Avrupa’da yapılan en önemli etkinlik olarak rahatlıkla gösterebiliriz ENH festivalini. Son olarak ilginç bir notla bitireyim. Theron Patterson’ın Bursa İpekyolu Festivali birincisi filmi ‘Bahtı Kara’sı, Wrosvaw’ın (kentin eski adı Breslau bu arada) eski kentindeki dev açık hava sinemasında gösterildi bir akşam. Açık havada gösterilen tek Türk filmi olan Bahtı Kara’yı yağmur altında ve kimisi ayakta yaklaşık bin kişi izledi o gece. Filmin Türkiye’de toplamı seyirci sayısı ise sadece 900 kişi civarında olmuş.
Ve en son not: Theron Patterson ile Nuri Bilge Ceylan’ın oyuncu yönetimi konusundaki sohbetlerine şahit oldum (Ceylan da benim gibi Patterson’ın oyuncularından aldığı performanstan çok etkilenmişti). Konuşulanları anlatmayacağım çünkü yönetmenlerin sırlarının açık edilmesini isteyeceklerini hiç sanmıyorum. Ama akla hayale gelmeyecek şeytanlıklar, taktikler ve stratejileri ağzım açık dinledim. Yönetmenlik kavramı kafamda köklü bir değişikliğe uğradı diyebilirim. Belki de festivalden bende en kalıcı anı bu sohbet olacak.