Kürt çocuklarını ıslah programını açıkladı Diyarbekir Valisi.

Kürt çocuklarını ıslah programını açıkladı Diyarbekir Valisi.

“Bataklık” olarak tarif ettiği şehrin sokaklarından çocukları kurtaracaklarını, çocukları ailelerinin elinden alıp Devlet Baba’nın şefkatli kollarına teslim edeceklerini, ‘Kabahatler Kanunu’na gönderme yaparak ve bunun sosyal devlet olmanın gereği olduğunu vurgulayarak kamuoyuna duyurdu Vali Mustafa Toprak.

Açıklama, öz olarak taş atan Kürt çocuklarına el koyma operasyonunun yumuşatılarak kamuoyuna sunulmasından başka bir şey ifade etmiyor. Ve insana, devlet ve iktidar denen şeyin nasıl korkunç bir canavara dönüşebileceğini tekrar hatırlatıyor. Görünen o ki “Köklerini kurutun” fetvasının Kürt çocuklarına uygulanacak asimilasyon ayağı için harekete geçilmiş.

Arjantin’de cuntacılar kaybettikleri tutukluların çocuklarına el koyarak ya kendileri büyütmüş ya da zengin ailelerine vermişlerdi. Kendi babasının, annesinin katillerinin ellerinde bu durumdan habersiz büyüyen çocuklar, gerçekleri kayıp ailelerinin mücadelesiyle öğrendiler.

Davanın hâkimi, “bütün bu suçlar insanlığa karşı işlenen suçlardır, Arjantin’de son sivil-askeri diktatörlük döneminde, gözaltında doğan çocuklara sistemli bir planın parçası olarak el konulması gerçekleştirilen soykırımın bir delilidir.” diyerek 10 yıl ile cezalandırdı suçluları.

“Dersimin Kayıp Kızları” ise yakın tarihimize düşen başka bir iz oldu. Dersim’de yok edilen ailelerin çocukları operasyona katılan subaylara verilmişti.(Dersim’in Kayıp Kızları belgeseli)

İNGİLTERE - "UNUTULMUŞ AVUSTRALYALILAR"

1940'lı yıllardan 1970'lere kadar İngiliz Hükümeti yüzlerce ailenin çocuklarını “Çocuk Göçü Programı” adı altında Avustralya’ya gönderdi. Tıpkı Vali’nin bahsettiği Sosyal Devlet politikasının gereği olarak el koyulmuştu çocuklara. 150 bin civarında çocuk 40 yıllık bir zaman içerisinde devlet ve kilise yurtlarına yerleştirildi. Avustralya’daki yurtlara yerleştirilen çocukların büyük bir bölümüyse taciz ve tecavüze uğradı. Margareth Humphrey’in Empty Cradles adlı romanından uyarlanarak çekilen Portakallar ve Gün Işığı (Sunshine And Oranges) adlı filme de konu olan olay büyük yankı uyandırdı.

Anlıyoruz ki Vali Bey de böylesi bir devlet geleneğinin bilinçaltını taşıyor

Aileleri çocukları ile vurmanın en iyi yöntem olduğuna karar vermiş siyasi iktidar. Kendisine taş atan çocukları potansiyel suçlu ilan ederek daha baştan çuvallamış olsa da bir önemi yok onlar için. Asimilasyon döneminin bittiğini iri cümlelerle duyuran Başbakan, bunu söylerken kaba asimilasyon döneminin bittiğini, artık daha ince ve sindire, sevdire yapacaklarını söylemek istiyordu demek ki…  Alkışa tutulan eller, şimdi bu ıslah planına bulunacak kılıf için dillerini sıvayıp iş başına koyulacaklar. Kürt çocuklarının, içine şeytan girmiş ağabeyleri ve sorumsuz ebeveynlerin ellerinden kurtarılarak ıslah edilmelerinin sosyal zaruret olduğunu bangır bangır bağıracaklar.

Bölgede 30 yıldır yürütülen savaşın faturasını en çok çocuklar ödüyor. Panzerlerin, gaz bombalarının, tepelerinde uçan helikopterlerin, F-16’ların ve çatışma haberlerinin içinde yaşayarak büyüyorlar. Oyunları, sözleri, türküleri ve kurdukları cümlelerin hepsi politik olayları yansıtıyor. O bölgede yaşayan çocukların neden taş attığını, neden sokakta koşturarak slogan attıklarını, neden askeri, polisi oyunlarında hep düşman yaptıklarını anlamak çok mu zor?

Vali Bey omuzlarında kendi kafasını değil, devletin kafasını taşıdığı için kanundan kabahat üretiyor. ‘‘Kimse ah, vah etmesin” diyor o kafa, “Kimse timsah gözyaşları dökmesin” diyor.

Açıklamasında kullandığı kelimeler de muhtemelen kimseye yabancı gelmemiştir. Ama bu tanımlamalar meselenin özü açısından oldukça önemli;

“İkaz, ikna, ceza, yaptırım, zorunluluk, devlet olmak, gereklilik, kötüye kullanma, suç örgütü, örgüt elemanı, kötü emeller, devlet hükümlülüğü, kontrol altı, aklını başına almak, devletin vermiş olduğu yetki, kanuni görev, müeyyide, ülke geleceği, bataklığı kurutmak”

Şimdi bu devlet anlayışı çocukları alıp “Sevgi Yuvaları”na koyarak neyi öğretecek? Börtü, böceği mi? Çocuklar kafalarını bayrağa dikip İstiklal Marşı’nı, Onuncu Yıl Marşı’nı okuyunca devletin başı göğe mi erecek?

Bu çocuklar sokakta, mahallede, okulda, tarlada, dağda kısaca hayatlarının her alanında devleti tanıyarak ve kuşaktan kuşağa geçen işkence, ölüm, kayıp anlatıları ile büyüyorlar.

Kürt çocuklarını cemaatlerin ellerine teslim edip, asimilasyonu çocuklardan başlayarak gerçekleştirmek isteyen devlet bir kez daha yanlışın en büyüğüne adım atıyor. Çocuklarına göz diken devlete, ailelerin sessiz kalacağını zannetmek ve “Kimse ahlamasın, vahlamasın” diyerek tehdit etmek tek bir sonucu doğurur: İSYAN...

Vali’nin açıklamaları asimilasyon politikasının açıkça ilanıdır. Bölge halkı için geliştirilen yeni planın parçaları şimdi daha da netleşiyor. Acımasızca kendi yarattığı sorunların faturasını her zamanki gibi bölge halkına kesen devletin çözüm yöntemi de aynı. 1938’de Dersim’de aileleri paramparça edip, çocukları subay ailelerine vererek asimilasyonun en acımasız halini uygulayanlar bugün aynı yöntemin başka bir çeşidini hayata geçirmeye çalışıyor.

Bölge halkının en büyük talebi Barış ama devlet bunu duymak, konuşmak, görmek istemiyor. Kürt çocukları sadece ailelerinin değil, tüm bölge halkının çocukları. Çünkü hepsi aynı yoksulluğu, aynı acıyı, aynı yokluğu ve inkârı yaşıyor. Barış ve huzur ortamı sağlanmadığı sürece o çocuklar panzerlerin önünde olacak, elinde taş ile bekleyecek ve oyunlarında polisi, askeri düşman olarak görmeye devam edecekler. Çocuklar bölgenin politik ruhunu içlerinde bir oyun gibi taşırlar.

Şimdi ailelerin elinden çocuklarının alınıp sosyal hizmetlerin kontrolüne verileceği tehdidini savurmak ve bunu “Kabahatler Kanunu” gibi abuk sabuk gerekçelerle açıklamaya çalışmak, devletin Dersim’deki acımasız yüzünü kendi icraatlarında perdelemesinden başka bir anlama gelmez. Başbakanın “eğer özür dilemek gerekiyorsa ben diliyorum” çıkışındaki "eğer" sadece kendi şiddeti için bırakılmış bir nefeslenme diye algılanır ki, öyle algılanıyor.

Gözünü Kürt meselesinde karartan siyasi iktidarın, herkese bir bedel ödeterek bu işi çözebileceğini düşünüyor olması gerçekten korkunçtur. Bu çılgınlığın toplumun tüm kesimlerine yayılıyor olması daha büyük bir tehlikedir.