Sene 1970. Çok güzel bir bahar günü öğle vakti eve gitmek

Sene 1970. Çok güzel bir bahar günü öğle vakti eve gitmek üzere Konur Sokak 4 numaradaki Mimarlar Odası Genel Merkezi binasından sokağa çıktım yürüyorum. Genel Sekreterlik görevini yürütüyorum. O tarihte yanımızdaki iki katlı binada Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merkezi var. Bahçede kalabalık bir genç grup toplanmış. Bina hizasını geçtiğim sırada bu gençlerden birkaçının peşimden gelmekte olduğunu gördüm. Kötü bir geliş olduğunu hissettim ama en fazla bir tartışma çıkabileceğini ve gençlerin öfkesini konuşarak giderebileceğimi düşündüm. Yanılmışım. Aynı anda sol kulağımın üzerine şiddetli bir darbe aldım, yaralandım. Etrafım kuşatılmıştı. Komünistlere ölüm diye bağırıyorlardı. Bu gençler komando kamplarında binlerini yok etmek üzere eğitilmişlerdi. Bu görevlerini yerine getirdiler de. Solun her kesiminden binlerce insanı öldürdüler. Bu yalnızca Türkçülerin işi olmadı. Soğuk savaş döneminin stratejisi çerçevesinde İslamcılar da Komünizmle Mücadele derneklerinde örgütlenerek aynı görevi ifa ettiler. Ülkücü İslamcı askeri kadrolar Alevilere de ölüm dediler, Kahraman Maraş'ta, Çorum'da devlet güçlerinin de yardımıyla, yüzlerce alevi yurttaşı öldürdüler. 12 eylül 1980 askeri darbesiyle Anayasal bir yönetim biçimine dönüştü Türk İslam sentezi. Devlet koruması altında Sivas Madımak otelinde yeniden sahneye çıktı ölüm mangaları. Ülke genelinde de onlarca değerli aydın insanımız yok edildi. Kürtler de hedef oldu. Ülkücüler ve doksanlı yıllardan itibaren de PKK itirafçıları tetikçi olarak kullanıldı. MGK Genel Sekreterliği'nin yönetiminde Tansu Çiller'in Başbakanlığı ve Mehmet Ağar'ın Emniyet Genel Müdürlüğü döneminde gerçekleştirilen 'bin operasyon' la binlerce yurttaş yaşamını yitirdi.

Bütün bu hızlı hafıza yoklamasını Yargıtay 2. Dairesi yargıçlarına sıkılan kurşunlar nedeniyle yapmak istedim. Muhalifleri ya da kendisi gibi düşünmeyenleri şiddet ve silah kullanarak yok etmenin bir yaşam biçimi haline getirildiği bir ortamda gerçekleşti bu pervasız saldırı. Yıllardır, Türkçü İslamcı kadrolarla dolduruldu kamu alanları. Kamusal tüm alanlar fethedildi neredeyse. Üniversiteler ve yargı bu fetih programının en önemli alanlarını oluşturuyor. İhtilafları çözmek için silaha yönlendiriliyor toplum. Demokrasi ve barış kültürünü savunanların, esas olarak solun ve her türlü muhalefetin yasaklandığı ve yok edildiği bir Türkiye ortamı yaşıyoruz. AKP, bu zorba rejimin ideolojik ve yasal desteği ile iktidar oldu. Avukat Alpaslan da kendisine gösterilen yolda yürüyerek cinayet işledi. Elbette bu cinayetin bedelini ödeyecektir. Ancak bu münferit bir olay değildir. Bu azgınlığın toplumsal temelleri ve desteği vardır. Bu azgınlık gözlemlemekte olduğumuz kayıkçı kavgalarıyla bertaraf edilemez. Bu azgınlığı durduracak demokrasi güçleridir. Tartışmayı laikler ve karşıtları ortamına sıkıştıranların tuzağına düşmeyelim. Demokrasi ve laiklik kavramlarını gerçek anlamları ve içerikleriyle kavramak gerekiyor. Türkiye'de gerçekten demokrasiye ve gerçekten laikliğe gereksinim vardır. Bu ihtiyacın etrafında birleşmek gerekir. Aksi halde, bugün yükselen haklı tepkiler, Susurluk sonrasında derin devlete karşı gelişen 'sürekli aydınlık için bir dakika karanlık' heyecanı ve toplumsal uyanış döneminde yaşadığımız üzere, bir kez daha yanlış mecralara akacaktır.

Yargıçlarımıza sıkılan kurşunları kendi bedenimde hissettiğim için çok eskilerde yanağıma akan kanı anımsadım. Özgürlük demokrasi ve barış kavgası hız kazanmak durumunda. Bedensel özürlü demokrasiyi sağlığına kavuşturacak ve barış kültürünü yaygınlaştıracak bir silkinişin tam da zamanıdır.