Lenin "tarih bazen cilve yapabilir, ama bu tarihi yorumlama görevini üstlenenlerin düşünce cilvelerini mazur gösteremez" diye yazmıştı. Sanırım "Bi

Lenin "tarih bazen cilve yapabilir, ama bu tarihi yorumlama görevini üstlenenlerin düşünce cilvelerini mazur gösteremez" diye yazmıştı. Sanırım "Bir Adım İleri İki Adım Geri" adlı kitabındaydı. Klasiklerden yapılan alıntıları sayfa numaralarıyla hatırladığımız, okul kantinlerinde hararetli tartışmalar içinde havalarda uçan alıntıları "ideolojik mücadelece galip gelebilmek için kullandığımız günler şimdi bir sis bulutunun ardında.

Araya kopkoyu bir karanlığın girmesinden mi? Yoksa hayatın alıntılardan ibaret olmadığını öğrenmemizden mi bilinmez ama ne şimdi "ateşli" ideolojik mücadeleler ne de altını renkli kalemlerle çizip, kenar notları düştüğümüz ortak referans kitaplarımız kaldı.

Bana Lenin'in hâlâ derin manalar türettiğim bu cümlesini hatırlatan da bir "ideolojik mücadele" gereği değil; seyretme olanağı bulamadığım Abbas Güçlü'nün Kenan Evren'le bugünün gençlerini yüz yüze getiren televizyon programına ilişkin gazetelere yansıyanlar.

Tarih bazen gerçekten de cilve yapabilir, sıradan insanları kahraman; yeteneksizleri iktidar ve güç sahibi kılabilir. Günlerin bir kum tanesi gibi birbirine benzeyerek ardı ardına dizildiği olağan dönemlerde yaşanan rutin bir yaşam macerası sessizce bir mezar taşında son bulur. Arada bir yakın akrabaların bayram ya da ölüm yıldönümlerinde gerçekleşen mezar ziyaretleridir geride bırakılan iz.

Oysa tarih bazen hızlanır; savaşlar, devrimler döneme damgasını vurur; Kenan Evren gibi sıradan bir subay cunta liderine, Hitler gibi bir onbaşı, dünyayı cehenneme çeviren faşist bir lidere dönüşebilir. Sonra "büyük çalkantı" biter ve tarih görevini onu yorumlamakla görevli olanlara devrederek usulca yeni bir çalkantıya doğru yol alır.

Abbas Güçlü'nün programında söylediklerini okuduğumda bu denli "sıradan" bir bilincin ne denli tehlikeli olabileceğini; kendini bile yalanlara inandırabileceğini bir kez daha fark ettim. Türkiye tarihinin en karanlık döneminin "muktedir" generali sıradan bir "işkenceci" gardiyan gibi itiraflarda bulunuyor. Sanki birinci derecede sorumlu olduğu bir dönemde bizzat sıkıyönetim komutanlığının sorumluluğu altındaki Diyarbakır, Mamak, Metris gibi askeri cezaevlerinde binlerce tutukluya insanlık dışı işkenceler yapılmamış gibi, sanki dağ başlarında, evlerde onlarca insan "yargısız infazlara" kurban gitmemiş gibi; sürgünlerle fişlemelerle on binlerce insanın hayatı karartılmamış gibi pişkince suçu "gardiyanlara" atıveriyor.

Tarih ortada duruyor, duvar diplerinde tek ayak üstünde bekletilen tutuklular; sıfır numara tıraşlı kafalarıyla stadyumlara doldurulan insanlar, o çok sevdikleri deyimle "sözde" yargılamalar... Katledilen demokrasi, kapatılan siyasal partiler, gasp edilen işçi hakları, yasaklanan gazeteler, yakılan kitaplar, filmler sanırım "kızgın gardiyanlara" mal edilemeyecek kadar büyük insanlık suçlarıdır.

50 tane sağcısıyla, solcusuyla darağacında gencecik bedenleri sallanan insanın idam hükmü altındaki imza Kenan Evren'in imzasıdır. Aynı koşullar altında olsak yine yapardım dediği, kan dökerim, işkence yaparım, insanları asarımdır. Vicdanım hiç sızlamıyor dediği ise olmayan bir şeyin sızlamayacağı gerçeğidir.

12 Eylül karanlığı karşısında onun baş yaratıcılarından birinin söylediklerinin hiç mi hiç hükmü yoktur; aynen tarihi yorumlama görevini üstlenenlerin bu konuda "düşünce cilvesi" yapmaya hakları olmadığı gibi. Kanlı bir dönemin sorumluları ellerindeki kanı resim boyasıyla unutmayı seçebilirler; ama bir cuntacı generali "tonton bir ihtiyara" dönüştürenler bu ülkeye en büyük kötülüğü yaparlar.